Front

Belgesel

Belgeselci youtube kanalımızı incelemeyi unutmayın. Abone olmak için tıklayın.
Cüneyt Arkın Belgeseli
Cüneyt Arkın Belgeseli

"Tek Başına" adlı belgesel serisinin Cüneyt Arkın bölümü... Türk sinemasının büyük ismi Cüneyt Arkın'ın müthiş hayat hikayesini anlatan bu belgesel TV'de yayınlandığı dönemde çok ses getirmişti.

Barış Manço Belgeseli - Hayatım Roman
Barış Manço Belgeseli - Hayatım Roman

Barış Manço'nun hayat hikayesini anlatan bu film TRT'de yayınlanmıştır. "Hayatım Roman" adlı 4 bölümlük Belgesel serinin diğer bölümleri ise Kemal Sunal, Cem Karaca ve Dario Moreno'dur...

"İnternet Mahir" Belgeseli
"İnternet Mahir" Belgeseli

"15 Dakika" belgesel serisinin İnternet Mahir bölümü.

Yaşadığın Şehir - Adalar
Yaşadığın Şehir - Adalar

Ünlü yazar Ahmet Ümit'in sunumuyla Adalar ve Türkiye'nin 3 büyük yazarı. Sait Faik Abasıyanık, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Reşat Nuri Güntekin... Fıstık Ahmet lakaplı Ahmet Tanrıverdi 3 büyük yazarı anlatıyor... Ahmet Ümit der ki; Yaşadığın şehir özgür değilse sen de özgür olamazsın...

Edip Akbayram - Ersen Dinleten - Selda Bağcan & 3 İnsan 3 Öykü Belgeseli
Edip Akbayram - Ersen Dinleten - Selda Bağcan & 3 İnsan 3 Öykü Belgeseli

"3 İnsan 3 Öykü" belgesel serisinin Edip Akbayram, Ersen Dinleten ve Selda Bağcan bölümü. TV'de yayınlandığında bir hayli dikkat çekmişti. Özel bir çalışmadır...

Turgay Şeren Belgeseli
Turgay Şeren Belgeseli

"Tek Başına" Belgesel serisinin Turgay Şeren'li bölümü... Galatasaray'ın efsanevi kalecisi Berin Kaplanı Turgay Şeren'in ilginç hayat hikayesi...

Öztürk Serengil Belgeseli
Öztürk Serengil Belgeseli

"Tek Başına" belgesel serisinin Öztürk Serengil bölümü... inişleriyle çıkışlarıyla müthiş bir hikaye onun ki...

Erman Toroğlu-Haydar Dümen-Zekeriya Beyaz "3 İnsan 3 Öykü" Belgeseli
Erman Toroğlu-Haydar Dümen-Zekeriya Beyaz "3 İnsan 3 Öykü" Belgeseli

"3 İnsan 3 Öykü" belgesel serisinin Erman Toroğlu, Haydar Dümen ve Zekeriya Beyaz bölümü...

"Nuri Alço" Belgeseli
"Nuri Alço" Belgeseli

"15 Dakika" belgesel serisinin Nuri Alço bölümü.

"Hüsn-ü Klarnet" Belgeseli
"Hüsn-ü Klarnet" Belgeseli

Türkiye'nin en iyi klarnet sanatçılarından Hüsnü Şenlendirici'nin memleketi Bergama'dan başlayan renkli, ilginç, samimi ve popüler hayat hikayesi...

Turkish Hip Hop Belgeseli
Turkish Hip Hop Belgeseli

Türk hip hop tarihini anlatan nefis bir çalışma. İlki Almanya'da doğuşunu ve Türkiye'ye gelişini anlatıyordu. Turkish Hip Hop 2 Belgeselinin özelliği bugüne kadar yapılmış en geniş kapsamlı çalışma olması. Bu belgeselde Türk Hip Hop tarihinin en önemli isimleri konuşuyor...

"Kemal Suna" Belgeseli
"Kemal Suna" Belgeseli

TRT'de yayınlanan "Hayatım Roman" belgesel serisinin Kemal Sunal bölümü...

"Cem Karaca" Belgeseli
"Cem Karaca" Belgeseli

TRT''de yayınlanan "Hayatım Roman" belgesel serisinin Cem Karaca bölümü...

"Görmeden Görmek" Belgeseli
"Görmeden Görmek" Belgeseli

Görme engelli ressam Eşref Armağan'ın müthiş hikayesi. Görme engelli bir ressam olabilir mi?... İşte bu belgesel belki de dünyada başka örnekleri olmayan gerçek bir başarı hikayesini anlatıyor. Discovery Channel, bu belgeselden sonra Eşref Armağan'ı keşfetmiştir...

"Baba Zula" Belgeseli
"Baba Zula" Belgeseli

Asıl ismi "Pırasa" olan Baba Zula belgeseli, ilginç bir müzikal kültürü anlatıyor. Yol hikayesiyle, farklı müzikal dokunuşlarla ilginç bir Baba Zula belgeseli...

"Vosvos" Belgeseli
"Vosvos" Belgeseli

"Vosvos Sevdası" ismiyle TV'de yayınlanmıştı. Vosvoslarla dostluklar kuran insanların hayat hikayeleriyle bütünleşen bir Vosvos belgeseli. 

"Metin - Ali - Feyyaz" Belgeseli
"Metin - Ali - Feyyaz" Belgeseli

"3 İnsan 3 Öykü" belgesel serisinin Metin Tekin, Ali Gültiken ve Feyyaz Uçar bölümü... Beşiktaş'ın efsane golcüleri Metin, Ali, Feyyaz'ın ilginç hikayesi.

"Cem Yılmaz" Belgeseli
"Cem Yılmaz" Belgeseli

Ünlü komedyen Cem Yılmaz'ın hayat hikayesi. Belgeselin özelliği hayatının belki de en önemli dönemlerini yaşadığı mekanlarda çekilmiş olması. TV'de yayınlandığı dönem çok ilgi görmüştü...

"Kamyoncu" Belgeseli
"Kamyoncu" Belgeseli

Asıl ismi "Kamyoncunun Yükü Sabır" olan belgesel çekildiği 2003 yılında TV'de oldukça ilgi görmüştü.

"Yaşar Duran" Belgeseli
"Yaşar Duran" Belgeseli

Yediği gollerle anıldı, lakabı "Kova" olarak kaldı. Bir dönemin ünlü ismi Kaleci yaşar Duran hoşgörüsü ve kendisiyle barışık olması sebebiyle gönüllerde taht kurdu.

"Oğlum Bak Git" Belgeseli
"Oğlum Bak Git" Belgeseli

Oğlum Bak git... Ne oldu yemiyo mu?... Oğlum bak git... Sosyal medyada milyonlarca kez izlendi. Videonun iki kahramanı fenomen oldular. Türkiye işi gücü bıraktı onları izledi, herkes birbirine "Oğlum Bak Git" dedi... Aradan yıllar geçti...

"Levent Oran" Belgeseli
"Levent Oran" Belgeseli

Bir dönem medyada hep o vardı. Kimi zaman kadınlar için söylediği tuhaf sözlerle kimi zaman da reyting uğruna yaptığı hareketlerle anıldı. Ve sonunda ünlü Televizyon fenomeni Levent Oran unutulup gitti... Bir gün herkes 15 dakikalığına şöhret olacak. Andy Warhol...

Avni AKER
EFSANE "Avni Aker'e Veda" Belgeseli

Bu film "Devrimin Çocuklarına" ithaf olunur... Onlar Trabzon'un çocukları. Futbolda bir devrim yaptılar, sadece Trabzon'un değil, tüm Türkiye'nin gururu oldular. Trabzonspor'un 1970'li yıllarını anlatan belgesel film... Yine bir Trabzonlu olan Sn. Ekrem İmamoğlu'nun maddi-manevi katkılarıyla hazırlanmıştır...

Trabzon Lisesi
"Trabzon Lisesi" Belgeseli

130 yıllık müthiş tarihiyle, çok önemli simalar yetiştiren, Trabzon'un eğitim, öğretim, kültür, sanat, spor, felsefe, edebiyat ve sosyal yaşamına yıllarca yön veren ilim irfan yuvası; Trabzon Lisesi'nin hikayesi... Trabzon Lisesi'nin belgeseli... Sn. Ekrem İmamoğlu'nun katkılarıyla hazırlanmıştır...

Kıspet Usta'sı
Kıspet Usta'sı Belgeseli

Biga'da yaşayan ve son Kıspet Ustası olarak bilinen İrfan Şahin'in ilginç öyküsü. Ata geleneği yağlı güreşlerin olmazsa olmazı Kıspet'in gerçek hikayesi. 2012 yılında UNESCO Kültür Mirası Yaşayan İnsan Hazinesi seçilen Şahin 1941 doğumludur... Mehmet Çağçağ ve İrfan Şahin er meydanında kapıştı...

Şükrü Tunar
"Şükrü Tunar" Kısa Belgesel

Klarnet'in Türkiye'deki efsanevi ismi; Şükrü Tunar. Günümüzde yeterince tanınmasa da gerek enstrümanist olarak gerek bestekâr olarak unutulmayacak bir sanatçı. Şayet Klarnet bu günlere kadar saygın bir şekilde ulaşmış ve enstrümanist sanatçılara popülarite katmışsa bunda belki de en büyük pay Şükrü Tunar'ındır...

"Kemal İnci" Belgeseli
"Kemal İnci" Belgeseli

Ünlü Oyuncu Kemal İnci'nin ilginç hayat hikayesi. Yıllar önce yapılmış kısa bir belgesel film. Maalesef Kemal İnci artık hayatta değil. Mekanı cennet olsun...

Dario Moreno Belgeseli
Dario Moreno Belgeseli

 Dario Moreno'nun ilginç hayat hikayesini anlatan bu film TRT'de yayınlanmıştır. "Hayatım Roman" adlı 4 bölümlük Belgesel serinin diğer bölümleri ise Kemal Sunal, Barış Manço ve Cem Karaca'dır...

Kubilay Uygun "Fırıldak Kubi" Belgeseli
Kubilay Uygun "Fırıldak Kubi" Belgeseli

Cengiz Özkarabekir imzalı belgesel film... Türk siyasetinin artık hayatta olmayan renkli ve hızlı siması Kubilay Uygun. Namı diğer Fırıldak Kubi.. Meclise mebus olarak girdi ve baş döndürücü bir hızla defalarca partiden partiye geçiş yaptı. Öyleki onun hızına hiç kimse yetişemedi. Kubilay Uygun'un ilginç siyasi ve yaşam hikâyesi... "Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak" Andy Warhol...

"Tarık Daşgün" Belgeseli
"Tarık Daşgün" Belgeseli

Cengiz Özkarabekir imzalı belgesel film... Tarık Daşgün... Gençlerbirliği'nden Fenerbahçe'ye kaçırılması olay olmuş ve günlerce konuşulmuştu.Türk futbol tarihinde belki de kaçırılan son futbolcu. İlginç bir hikâye daha... "Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak" Andy Warhol...

Dergiler

İST Dergi 3 ayda bir yayımlanan, yaşam kültürü dergisidir. Tarihten sanata, edebiyattan mizaha, dosya haberciliğinden insan ve hayvan haklarına uzanan geniş bir yelpazeye sahiptir. 176 sayfalık İST Dergi İstanbul Büyükşehir Belediyesi yayınıdır ve ücretsizdir.
İST DERGİ 1
İST DERGİ 1

İstanbul ve İstanbulluya dair yaşam kültürü dergisi İST yayında!

Bildiğimiz İstanbul’un sonu olacak Kanal İstanbul’a dair tam 18 sayfalık özel dosya, Türklerin modern futbolla tanışma macerası, Ezel Akay’dan Seren Yüce’ye yönetmenlerin kadrajından İstanbul hikayeleri, şoförden öğretmene, oto lastikçiden müzisyene kadınlar, seyircisinden salonuna bağımsız tiyatroların mevcut durumu, profesyonel eğitmenlerden şehrin sunduğu ücretsiz spor aletlerini kullanma taktikleri, İstanbul’un simge taşları, tarihi şekerciler, Ramazan pidesinde “tırnak” ustalığı, Boğaz ve balık ikilisinde son durum, fotoğraflarla Atatürk’ün Adana’dan İstanbul’a geliş hikayesi, girmediğimiz 2. Dünya Savaşı’nda verdiğimiz şehitler, iklim krizi, Genco ErkalMert FıratYetkin DikincilerBeyhan Murphy röportajları… İST, 176 sayfada geçmişten bugüne İstanbul’un yaşam kültürüne dair bilgi, belge, gözlem, aktüel haber, röportaj, özel dosya ve çok daha fazlasını sunuyor.  

Ahmet Ümit, Şebnem Bozoklu, Murat Menteş, Kanat Atkaya, Kaan Sezyum, Doğu Yücel, Melis Alphan, Cengiz Özkarabekir, Cengiz Kahraman, Barış Akpolat, Banu Tuna, Sinan Meydan, Haldun Hürel, Murat Meriç, Alper Çeker, Mehmet Yüce, Simto Alev’in yazıları; Mehmet Çağçağ’ın çizimi ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun önsözüyle İST, ücretsiz, her yerde!

İST DERGİ 2
İST DERGİ 2

İstanbul'un ve İstanbullunun yaşam kültürü dergisi İST, ikinci sayısıyla kentin bugününe ve tarihine ışık tutuyor. Bir tarihçi, bir hekim ve bir fütüristin gözüyle salgın; şehre merkez oluşu, Cumhuriyet Anıtı’nın hikayesi ve güncel durumuyla Taksim Meydanı; en güzel örnekleriyle dünyaca ünlü Boğaz yalıları; Galatasaray’ın ilk Avrupa macerası; İstanbul’a uğramış dünya filmleri; müzisyen Hayko Cepkin’in doğup büyüdüğü semt Kurtuluş’a dair anıları, Şevval Sam, Haluk Levent, Doğu Demirkol röportajları ve çok daha fazlası İST’in yeni sayısında okuyucusuyla buluşmayı bekliyor. 

İST DERGİ 3
İST DERGİ 3

İST’in 1 Eylül'de yayımlanan 3. sayısı da dopdolu… 

Doğu Yücel’in Ercan Kesal röportajı; Yekta Kopan ile Ceyl'an Ertem'in samimi sohbeti; hayvan sahiplenen ünlüler dosyası; Huysuz Virjin’in hikâyesi; İstanbul, şarkılar ve müzik insanı nasıl kurtarır sorusunun cevabı; Osmantan Erkır’ın eski gazinocular kralı İdris Pehlivan’la söyleşisi; Elçin Yahşi’nin Sara La Fountain röportajı; Saffet Emre Tonguç’un kaleminden İstanbul’da 10 sonbahar rotası; kültür sanat dünyasının yeni normali dosyası; İstanbul’da bisiklet hayatı; Cumhuriyetimizin onuncu yılı kutlamaları; Sirkeci ve Haydarpaşa garlarıBüyükdere’deki eski havaalanı; geleneksel Eyüp oyuncakları; Şehir Tiyatroları’nın 105 yıl önceki ilk oyunu Çürük Temel, Yeşilçam’ın western filmleri ve şehrimize kurulan Vahşi Batı kasabaları; kentin çehresini değiştiren büyük imar operasyonları; Zafer Arapkirli’nin kaleminden İstanbul-Londra karşılaştırması; İstanbul’un efsane olmuş turşucuları, göçmen kuşları, yandan çarklı vapurları, mimari detayları, Unkapanı Plakçılar Çarşısı; Halide Edip’in Üsküdar’ı; Beşiktaş ve Akaretler tarihi ve çok daha fazlası yine İST’in sonbahar sayısında.

İST DERGİ 4
İST DERGİ 4

İstanbulumuzun yaşam kültürü dergisi, dördüncü sayısıyla 2020'yi kapatıyor ve 2021'e merhaba diyor. Ve bunu iki özel dosya ile yapıyor. Geride bırakmaya hazırlandığımız yılın dünyada gündem yaratan başlıklarını 2020 dosyamızda tek tek hatırladık. Ardındansa 2021'de bizi bekleyenleri ekonomistten astroloğa çeşitli görüşler eşliğinde keşfe çıktık. Olimpiyat hayalini 2021'e erteleyen engelli yüzücülerimizle özel buluşma, mülteci çocuklar ve hayalleri, Ahmet Mümtaz Taylan'ın Cihangir'i, Göksel, Ferzan Özpetek, Agâh Aydın, Altan Karındaş özel röportajları, Serdar Kuzuloğlu ile İSTanket, Kalben'den kişisel bir 14 Şubat yazısı, Kaan Sezyum'un Moda'daki evinin şöhretli ziyaretçileri...  Hepsi İST'in yeni sayısında okuyucuyu bekliyor. 

İST, her sayısında olduğu gibi yeni sayısında da kent tarihinden olaylar, hikâyeler ve çok özel karakterleri mercek altına almayı sürdürüyor. Topkapılı Cambaz Mehmet'in portresi, Beykoz'un kalbi Kelle İbrahim'in hikâyesi, İstanbul'un unutulmaz aşkları, Agâh Özgüç'ün kaleminden Haydarpaşa'dan göç ve aşk hikâyeleri, Galata'nın şarkılı tarihi, 100 yaşına giren 1921 Anayasası'na yakın bakış, fotoğraflarla İstanbul'da eski yılbaşı zamanları... Özel kalemler, özel fotoğraflar ve belgeler eşliğinde İST'in yeni sayısında.

İST DERGİ 5
iST DERGİ 5

2020'nin Mart ayında ilk sayısıyla İstanbulluya merhaba diyen İST, birinci yıl dönümünde kentin zengin tarihine ve bugününe dair güvenilir bir kaynak olmayı sürdürüyor. İST, beşinci sayısında geçmişe ışık tutarken özel röportajlar, dosya konuları ve fikir yazılarıyla şimdiki zamanın da nabzını tutuyor. 

İST, bu kez iyiye doğru bir dönüşümün eşiğinde olan Adalar'a odaklanan geniş kapsamlı bir dosya konusuyla açılış yapıyor. Banu Tuna, Adalar'ın bugününü sakinlerinden Belediye Başkanı'na pek çok görüş eşliğinde masaya yatırıyor. Akillas Millas, Adalar'ın uzak tarihini keşif imkanı sunan yazısıyla, Dr. Ayşe Yetişkin Kubilay ise Adalar’a işaret eden erken tarihli haritaları incelediği yazısıyla Adalar dosyasına zenginlik katıyor. Heybeliadalı Kaan Sezyum'un "Istakoz Efendi" hikâyesini de unutmamalı!

Şehirde yaz kış demeden yüzenler; Gökhan Akçura'nın kaleminden Hıdrellez; Murat Meriç'in seçkisiyle baharı selamlayan şarkılar; Derya Bengi'den kentin markası haline gelmiş olan "dolmuş"un hikâyesi; Burak Aksak'ın Suriçi İstanbul'u; Aydan Çelik'le Çakmak Hattı'nda bisiklet turu; fotoğraflarla Silahtarağa Elektrik Santrali23 Nisan'da çocukların makam koltuklarına oturması geleneğinin yüzlerde tebessüm oluşturacak hikâyesi; dünden bugüne Yeşilçam çocukları; kentin farklı inançlarında oruç ve perhiz kültürü; Yaşar Nezihe, Sâmiha Ayverdi, Kerime Nadir, Leylâ Erbil ve daha nice edebiyatçı kadının izinde İstanbul; bağımsız kitabevleri; İstanbul Belediyesi'nin dergicilik geleneği ve çok daha fazlası İST'in beşinci sayısında okuyucuyla buluşuyor. "Söyleşi maratonu" ise yine çok renkli: Orhan Veli'nin biricik kız kardeşi Füruzan Yolyapan ile Osmantan Erkır'ın sıcacık sohbeti; Nükhet Duru ile Yekta Kopan buluşması; Serkan Keskin ve Azra Deniz Okyay röportajları ilgiyi hak ediyor. 

iST DERGİ 6
İST DERGİ 6

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yazısında ifade ettiği gibi, İST’in yeni sayısı “yaz”a yaraşır bir iyimserlik ve bereket taşıyor. Gökhan Akçura’nın arşivinden özel fotoğraflar eşliğinde kaleme aldığı İstanbul’un ilk plajlarıMurat Meriç seçkisiyle yaz temalı şarkılarZafer Arapkirli’nin Sarıyer’i; Mois Gabay rehberliğinde “masrafsız” Boğaziçi turu; oyuncu ve yazar Bâlâ Atabek’in Ada vapuru- walkman-kaymaklı dondurma eksenindeki yazısı; Kaan Sezyum’un deniz ve vapur güzellemesi, eski yazlara duyulan özlemimizi perçinlerken bugüne dair umut da veriyor. 

Mimarlar Odası’ndan Galataport yönetimine, akademisyenden turist rehberine çeşitli kollardan farklı görüşler eşliğinde enine boyuna masaya yatırdığımız tartışmalı proje GalataportİST’in yeni sayısında 12 sayfaya yayılıyor. 

Okuyucularımızı bu sayıda da oldukça renkli bir söyleşi maratonu bekliyor: Bir süredir Bodrum’da inzivada olan Ferhan Şensoy ile Tolga Akyıldız’ın eşsiz sohbeti; Doğu Yücel’in uzun zamandır merakla beklenen yeni romanı Veba Geceleri ile bir kez daha gönlümüzü fetheden Nobelli yazarımız Orhan Pamuk’la gerçekleştirdiği özel söyleşi, Yekta Kopan ile ödüllü oyuncu Ece Dizdar’ın buluşması, müzik dünyamızın yükselen isimleri Evrencan Gündüz ve Zen-G ile İstanbul gezmeleri, İST’in yeni sayısında. 

İST, kentin tarihine isimler, mekanlar ve olaylar üzerinden ışık tutmayı sürdürüyor. Türkiye’nin ilk televizyonu olma özelliğini taşıyan İTÜ TV’ye yakın bakış, eski İstanbul kabadayıları, “İstanbulluyum” diyen Fransız şair André Chénier ve doğduğu yer olduğu rivayet edilen Saint Pierre Han’ın hikâyesi, bir edebiyat mahfeli olarak Adalar, Türk sinemasının babalarıNâzım Hikmet ve bisiklet, İstanbul’un fethinin Türk müziğine etkisi ve çok daha fazlası İST’in sayfalarında…

İST DERGİ 7
İST DERGİ 7

İstanbul’un ve İstanbullunun yaşam kültürü dergisi İST’in yedinci sayısı çıktı! 

"Deniz salyası" olarak ifade edilen müsilajın kendini göstermesiyle bir kez daha gündeme gelen "Marmara Denizi ölüyor mu?" sorusunun cevabını uzmanlar eşliğinde aradığımız özel dosyamız; Vedat Milor ile İSTanket; Osmantan Erkır'ın İBB Sanatçı Yaşam Evi'nde gerçekleştirdiği iç ısıtan söyleşiler; şehrin az bilinen müzeleri; Ahmet ÜmitEcem ErkekCan Bonomo röportajları, günümüzün bağımsız kadın müzisyenleri Lil ZeyMelike Şahin ve Nova Norda ile yuvarlak masa sohbeti İST’te. 

İST, hep olduğu gibi yeni sayısında da kentin ve kent insanının geçmişine ışık tutmayı sürdürüyor. İETT'nin 150 yıllık yolcuğunu kutluyor; kısa bir süre önce kaybettiğimiz değerli tiyatro ve sinema sanatçımız Nedret Güvenç'e ve aramızdan ayrılışının 32. yılında Ertem Eğilmez'e saygı duruşunda bulunuyor; Almanya'da yaşayan Türklerin 60 yıllık serüvenine göz atıyor, kız çocuklarının eğitim tarihindeki dönüm noktalarını hatırlıyor, ilk yerli otomobil Anadol'un hikayesini anlatıyoruz. 

’90'ların unutulmaz TV dizisi Süper Baba neden özeldi, diye soruyor; bir yandan da günümüzün "dönüşen" televizyon ve yayıncılık anlayışını sorguluyoruz. 

Hepsi ve çok daha fazlası İST'in yedinci sayısında!

İST DERGİ 8
İST DERGİ 8

İstanbul'un ve İstanbullunun yaşam kültürü dergisi İST, yeni yıla arşivlik bir sayıyla giriş yapıyor. 

İST'in her sayısında İstanbul ve İstanbullu için "hayati" önem arz eden bir konuyu dosya konusu olarak belirleyip enine boyuna inceliyoruz. Sekizinci sayımızda her yönüyle ele almaya çalıştığımız konu, "eğitim" oldu. Ayşe Banu Tuna'nın kapsamlı dosyası eğitimciler, akademisyenler, araştırmacılar, veliler ve yerel yönetimlerin verdiği bilgiler ve yorumlarla daha da zenginleşti. 

Ayrıca; vefatının 43. yılında Abdi İpekçi'yi andık, yangınlarda kaybolan filmlerin, sinemaların öyküsünü anlattık, "Yerli Mallar" Haftası'nı hatırladık, Aydın Boysan'a oğlu Burak Boysan'ın da katılımıyla "bisikletli" bir muhabbet turu gerçekleştirdik, Türk kadınlarının seçme ve seçilme hakkı kazanmasının ardındaki gerçek mücadeleyi gözler önüne serdik. 

Söyleşi maratonunda ise farklı alanlardan etkileyici isimler öne çıkıyor. Son yılların sevilen müzisyenlerinden Karsu, "Sevgi emektir" denince ilk akla gelen isim; Yeşilçam emektarı Ahmet Mekin, Türkiye'nin "rap star"ı Ceza ve edebiyatımızın özgün ve güçlü kalemlerinden Latife Tekin İST'in yeni sayısında bizlerle. 

Yılbaşı gelenekleri ve sofraları, İstanbul'un göçmen mutfakları, Türk kahvesinin hikayesi, kış şarkıları, "Yeni yılda yeni bir insan olabilir miyiz?" sorusuna en mizahi yanıt, Facebook'la yeniden anlam kazanan "komşuculuk" yeni sayının öne çıkan diğer konularından. 

IST Dergi 9
IST Dergi 9

İstanbul’un yaşam kültürüne adanan İST; kentin zengin ve benzersiz tarihine ışık tutarken sosyal hayattan kültür sanata, mimariden sağlık ve eğitime pek çok alandaki güncel gelişmeleri takip ederek gelecek nesiller için güvenilir bir kaynak olmayı sürdürüyor. 

2022'nin ilk İST'i yine dopdolu.

İST DERGİ 10
İST DERGİ 10

İST'in onuncu sayısı çıktı!

İstanbul'un ve İstanbullunun yaşam kültürü dergisi İST, dikkat çekici içeriklerle bir kez daha şehri ve okuyucusunu selamlıyor. 

İST'in yeni sayısında gıda kıtlığına dikkat çekiyor ve Türkiye'nin gıda tüketiminin yaklaşık üçte birinden sorumlu olan İstanbul'u işaret ederek "Bir dev nasıl doyar?" diye soruyoruz. Tablo parlak değilse de umut var, diyor Ayşe Banu Tuna. 

Dünya çapında başarılara imza atmış, karikatürümüzün değerli ismi Turhan Selçuk'u yarattığı Abdülcanbaz karakteriyle birlikte anıyor, 100. yılında Büyük Taarruz'a iki "taraf"ın gözünden bakıyoruz. İST'in değerli kalemlerinden, Türk sinemasının emektar ismi, gazeteci ve yazar Agâh Özgüç'ü, dergimiz için kaleme aldığı son yazısıyla ("Basında fotoromanlı yıllar") uğurluyoruz. 

İstanbul'un çeşitli bölgelerini keşfe çıkmayı sürdürüyoruz. Kentin belki de en nevi şahsına münhasır yeri olan, cümbüş tadındaki Perşembe Pazarı'nı esnafına, muhtarına soruyoruz. Anadolu Yakası'nda Sultanbeyli'yi Haluk Kalafat'ın araştırmacı gazeteciliği sayesinde yakından tanıma fırsatı yakalıyoruz. 

Sunay Akın'ın kendi çocukluğundan başlayarak anlattığı Trabzonspor hikâyesi, İST'in yeni sayısının dikkat çekici konularından. 

Söyleşi maratonunda ise Erol EvginPerran KutmanEdiz HunCem Adrian ve Patrik Bartholomeos bizlerle. 

Hepsi ve çok daha fazlası İST'te!

İST DERGİ 11
İST DERGİ 11

İstanbul'a ve İstanbulluya dair yaşam kültürü dergisi İST'in 11. sayısı çıktı! 

İST yeni sayısında ana dosya konusu olarak göç ve mültecileri merkezine alıyor. "Onlarca uyruktan iki milyona yakın göçmenle birlikte yaşıyoruz. Birlikte yaşıyoruz ama onları çok da tanımak, onlarla tanışmak istemiyoruz" diyor Ayşe Banu Tuna. Ülkemize ve şehrimize göç eden ve burada tutunmaya çabalayan insanların gerçek hikâyeleri, kayıtsız kalınamayacak türden...

Şehrimiz ve ülkemiz tarihinde, kültüründe önemli yer tutan konular ve hikâyeler İST'in yeni sayısında okuyucuyla buluşmayı bekliyor. Saltanatın kaldırılmasının 100. yılında süreci kronolojik olarak adım adım aktarıyoruz. İstanbul Ansiklopedisi gibi eşsiz bir kaynağı ülkemize kazandıran Reşad Ekrem Koçu'nun büyük eserinin yaratımına da ışık tutan yaşam öyküsünü öğrencisinin kaleminden okuyoruz. Deniz Kızı Eftalya'nın hikâyesi, Osmanlı'dan günümüze "İstanbul Müziği", Hayat dergisinin yolculuğu ve dahası, yine işinin ehli yazarların leziz anlatımıyla İST'in yeni sayısında.

Bir süre önce kaybettiğimiz değerli sanatçılarımız Cüneyt Arkın ve İlhan İrem'i anmadan geçmiyoruz...

Yarım yüzyıllık bir efsaneyi, Türkiye'de mizah denince akla ilk gelen mecralardan biri olan Gırgır'ı, "içeriden biri", Atilla Atalay anlatıyor. 

Zuhal OlcayHayko CepkinArif Keskiner ve Fıstık Ahmet söyleşileri ilgiyi hak ediyor...

Müzisyen, yazar ve şair Tuna KiremitçiİST'e özel polisiye öykülerinin ilkini paylaşıyor. Kaan Sezyum geleceği, 2071 yılını kendine has üslubuyla tasvir ediyor.

İST'in yeni sayısı zengin içeriğiyle keşfedilmeyi bekliyor!

İST DERGİ 12
İST DERGİ 12

İST'in yeni sayısıyla 2022'ye veda ediyor ve yeni yılı selamlıyoruz. 

Bu sayının dosya konusu, kültür sanatta yasaklar... Banu Tuna'nın görüşlerle, röportajlarla ve istatistiklerle destekleyerek titizlikle hazırladığı dosya, pandeminin ardından özgürlükler yazı olması beklenen 2022 yazının yasaklar ve baskılar sonucu nasıl da heba olduğunu gözler önüne seriyor. Mutlaka okumalısınız. 

Yeni yıla hazırlanırken 2022'ye şöyle bir dönüp bakalım istedik ve bir yıl sonu raporu hazırladık. Dünyadan Türkiye'ye gündemde yer eden haberleri, olayları hatırladık. 

Pandemi nedeniyle iki sene ziyaretçilere kapısını açamayan Kitap Fuarı'nın 39 yıllık hikâyesini Deniz Kavukçuoğlu kaleme aldı. Kadın haklarına dikkat çekmek amacıyla, Dünya Cüzzam Günü'nü de vesile ederek Türkan Saylan'ı İST'te Merve Küçüksarp'ın yazısıyla andık. Ülkemizin gurur kaynağı kadın voleybolcularımızın yükseliş hikâyesini ve başarılarını Sevecen Tunç anlattı. İstanbul'un simge yapıları Kız Kulesi'ni Feza Kürkçüoğlu, Süleymaniye Camii'ni Haldun Hürel İST için yazdı. İstanbul'un semt pazarları"Camgoz Gary"nin İstanbul katliamımevlevîhânelerYeşilçam'ın sansürlü yıllarıTürkiye'de podcast yayıncılığının hikâyesi İST'in dikkat çeken diğer başlıkları arasında.

Özel röportajlarımız her zaman olduğu gibi renkli, çeşitli ve iddialı... Yayın yönetmenimiz Nazım Alpman, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü'nü vesile ederek Hüsamettin Cindoruk ile bir araya geldi. Doğu Yücel, yeni dizisiyle gündemde olan Engin Günaydın'la konuştu. Tolga Akyıldız, kendini artık "yarı emekli" olarak tanımlayan Teoman ile samimi bir sohbet gerçekleştirdi. 

Çok daha fazlası İST'in yeni sayısında!

IST DERGI 013
IST DERGI 013

2023 yılının ilk İST'i okuyucuyla buluşuyor. 

İST'in yeni sayısının merkezine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 14 Mayıs 2023 günü yapılacağı açıklanan genel seçim oturuyor. Banu Tuna hazırladığı dosyada yargıdan eğitim ve medyaya son 20 yılda hırpalanan, aşınan, tahribata uğrayan kesimlerin temsilcilerine yöneltiyor sorularını. Ancak dosyamızın hazırlandığı dönemde henüz ülkemizi sarsan Kahramanmaraş depremleriyle sarsılmamıştık. Gerek dosyamızın gerek İST dergide yer bulan içeriklerin bu bilgiyle değerlendirilmesini okuyucularımızdan rica ediyoruz. 

İST'in yeni sayısında öne çıkan diğer konuları da sıralamaya çalışalım: 100. yılında Türkiye İktisat Kongresi, tiyatromuzun anı defteri Vasfi Rıza Zobu, eski seçim afişleriGalata Köprüsü'nün hikâyesi, İstanbul'daki ilk otomobiller, bir çocuğun gözünden II. Dünya Savaşı yıllarında İstanbul, geleneksel iftar lezzetleriTürkçe rap'in Almanya'dan başlayan yolculuğu, Hasköy'e yakın bakış, Âşık Veysel'in felsefesi...

Söyleşi maratonunda ise İzzet GünayDeniz ÇakırAthenaZülfü Livaneli ve Lütfü Seymen gibi değerli isimler yer alıyor.  

Hepsi ve çok daha fazlası İST'in yeni sayısında. İST merkezi metro istasyonları ve iskelelerde, İstanbul Kitapçısı mağazalarında ve istdergi.com adresinde. 

IST DERGI 014
IST DERGI 014

İST'in 14. sayısı okuyucuyla buluşuyor. 

İST'in bu sayısında toplumsal travmayı dosya konusu olarak inceledik hatta incelemekle kalmayıp “Bir toplum travmadan nasıl kurtulur?” sorusuna da cevap aradık. Özellikle çocuklarımızın ve yetişkinlerin travmanın kötü etkilerinden nasıl korunabileceğine dair uzmanların görüşüne başvurduk.

İmzalandığı tarihten bu yana 100 sene geçen, tarihçi İlber Ortaylı’nın söylemiyle “mantıki ve onurlu bir anlaşma” olan Lozan Barış Antlaşması’nın İsviçre basınındaki yansımalarını sizler için derledik.

11 sene sonra tiyatro sahnelerine dönen Nevra Serezli, yılların TV programcısı Okan Bayülgen, yaptıkları müzikle ülkemizde büyük kitlelere ulaşmış Mabel Matiz ve Melike Şahin, son dönemde Türkiye’de bilim anlatıcılığı deyince akla gelen ilk isim Çağrı Mert Bakırcı, Balat’ın orta yerindeki bir tiyatronun yönetmeni Ahmet Sami Özbudak röportaj yaptığımız isimler.

Vecihi Hürkuş, Leyla Erbil, Mesut Aytunca bu sayımızın portre yüzleri olurken merhum Cüneyt Arkın’ı pek fazla işlenmemiş olan edebiyatçı yönüyle bu sayımızda anmış olduk.
Hepsi ve çok daha fazlası İST'in yeni sayısında.

İST merkezi metro istasyonları ve iskelelerde, İstanbul Kitapçısı mağazalarında ve istdergi.com adresinde. 

IST DERGİ 015

İstanbul’un dergisi İST 15. sayısıyla okuyucuyla buluşuyor. 

İST'in bu sayısının dosya konusu Cumhuriyet. Kurulduğu günden bugüne kadar Cumhuriyet’in geçirdiği önemli süreçleri 100 yıllık bir fotoğraf albümü ile betimleyerek anlattık. Ayrıca tarihçiler Prof. Dr. Ahmet Kuyaş, Prof. Dr. Şaduman Halıcı; gazeteci yazar Fikret Bila ve yazar Ümit Aktaş ile röportaj yaparak 100. yılına giren Cumhuriyet’e farklı görüşlerin penceresinden bakmaya çalıştık. 

Dosya konumuz göz önüne alındığında Cumhuriyet’le yaşıt Cumhuriyet Halk Partisi’nin anlatılması tarihsel bir sorumluluktu. Hakkı Uyar’ın kaleminden “Türkiye’nin en köklü partisi CHP” yazısını okurlarımızın ilgisine sunuyoruz. 

Kadının modern hayatta hak ettiği yere ulaşması laik Cumhuriyet’in en büyük ideallerinden biriydi. “100. Yılında Kadınlar Halk Fırkası ve Nezihe Muhiddin” başlığıyla İST'te yer alan yazı, Nezihe Muhiddin’in şahsında yeni kurulan bir ülkedeki kadın hareketi hakkında bilgi veriyor.

Cem Seymen, İstanbul ekonomisinin tarihsel portresini istatistiki veriler eşliğinde sizlerle paylaştı.

Bu sayımızda İstanbullunun hafızasını tazeliyoruz. Nazım Alpman “eski Babıali”yi yazarken edebiyatçı Ahmet Bozkurt, Pierre Loti’nin İstanbul aşkını anlattı. İstanbul’un edebî hafıza mekânı Küllük Kahvesi’ni Gökhan Akçura kaleme alırken Necati Güngör de kentin kapılarını işledi.

Tan Oral, Gonca Vuslateri ve Sefo İST'in yeni sayısı için röportaj yaptığımız isimlerden. 

Deniz Göktaş, Özge Özel, İsmail Türküsev ve Utku Ergin'le İstanbul'un komedi kulübü sahnesini ve mizahçılığı konuştuk. 

Hepsi ve çok daha fazlası İST'in yeni sayısında.

İST merkezi metro istasyonları ve iskelelerde, İstanbul Kitapçısı mağazalarında ve istdergi.com adresinde.

IST DERGİ 015
IST DERGİ 015

İstanbul’un dergisi İST 15. sayısıyla okuyucuyla buluşuyor. 

İST'in bu sayısının dosya konusu Cumhuriyet. Kurulduğu günden bugüne kadar Cumhuriyet’in geçirdiği önemli süreçleri 100 yıllık bir fotoğraf albümü ile betimleyerek anlattık. Ayrıca tarihçiler Prof. Dr. Ahmet Kuyaş, Prof. Dr. Şaduman Halıcı; gazeteci yazar Fikret Bila ve yazar Ümit Aktaş ile röportaj yaparak 100. yılına giren Cumhuriyet’e farklı görüşlerin penceresinden bakmaya çalıştık. 

Dosya konumuz göz önüne alındığında Cumhuriyet’le yaşıt Cumhuriyet Halk Partisi’nin anlatılması tarihsel bir sorumluluktu. Hakkı Uyar’ın kaleminden “Türkiye’nin en köklü partisi CHP” yazısını okurlarımızın ilgisine sunuyoruz. 

Kadının modern hayatta hak ettiği yere ulaşması laik Cumhuriyet’in en büyük ideallerinden biriydi. “100. Yılında Kadınlar Halk Fırkası ve Nezihe Muhiddin” başlığıyla İST'te yer alan yazı, Nezihe Muhiddin’in şahsında yeni kurulan bir ülkedeki kadın hareketi hakkında bilgi veriyor.

Cem Seymen, İstanbul ekonomisinin tarihsel portresini istatistiki veriler eşliğinde sizlerle paylaştı.

Bu sayımızda İstanbullunun hafızasını tazeliyoruz. Nazım Alpman “eski Babıali”yi yazarken edebiyatçı Ahmet Bozkurt, Pierre Loti’nin İstanbul aşkını anlattı. İstanbul’un edebî hafıza mekânı Küllük Kahvesi’ni Gökhan Akçura kaleme alırken Necati Güngör de kentin kapılarını işledi.

Tan Oral, Gonca Vuslateri ve Sefo İST'in yeni sayısı için röportaj yaptığımız isimlerden. 

Deniz Göktaş, Özge Özel, İsmail Türküsev ve Utku Ergin'le İstanbul'un komedi kulübü sahnesini ve mizahçılığı konuştuk. 

Hepsi ve çok daha fazlası İST'in yeni sayısında.

İST merkezi metro istasyonları ve iskelelerde, İstanbul Kitapçısı mağazalarında ve istdergi.com adresinde.

IST DERGI 16
IST DERGI 16

İstanbul’un dergisi İST 16. sayısıyla okuyucuyla buluşuyor. 

2022 yılında Türk sporcuların dünya şampiyonalarında elde ettiği 551 madalyanın 337’sinin kadın sporcuların kazanımı olduğu bilgisi, İST'in yeni sayısının dosya konusu için bize ilham verdi. Banu Tuna, dünya çapında büyük başarılar elde eden kadın sporcularımızdan bazılarıyla konuştu, başarı ve hırsın sosyolojik ve psikolojik yanlarını da görüşler eşliğinde masaya yatırdı. 

Her yıl sonunda olduğu gibi, 2023 biterken de geriye dönüp ülkemizde ve dünyada öne çıkan haber başlıklarına göz attık. Acılarımızı, mutluluklarımızı hatırladık.  

100. yılında İstiklal Madalyası'nın öyküsünü Şaduman Halıcı'nın kaleminden okuyacaksınız. Mustafa Kemal Paşa'nın dünyanın önde gelen yayın organlarından Time'a kapak oluşunun hikâyesini de 100. yılında sizlerle buluşturuyoruz. 

Osmanlı'da siyasi mizahın öncü ismi Teodor Kasap,tarihin gizemli kişiliklerinden Tatavlalı Basil Zaharoff, tiyatro ve sinemamızın efsane ismi Adile Naşit, Anadolu popun ilk özgün yapıtını dinleyiciyi buluşturmuş olan Tülay German, "Filenin ilk sultanı" Sabiha Rıfat Gürayman İST'in yeni sayısında öne çıkan portre yazıları. 

Her sayıda olduğu gibi yeni sayımızda da özel röportajlarımız dikkat çekici: Son filmi Kutu Otlar Üstüne'yle yine büyük ilgi gören Nuri Bilge Ceylan'la Doğu Yücel konuştu. Merakla beklenen Ölümlü Dünya 2 filminin 1 Aralık'taki gösteriminden önce yönetmeni Ali Atay'la Cengiz Özkarabekir bir araya geldi. Fotoğraf sanatçıcı Aramis Kalay'la Nazım Alpman'ın samimi sohbeti de yeni sayımızda... 51. sanat yılında Nilüfer sorularımızı yanıtladı. Yeni neslin en sevilen topluluklarından Dolu Kadehi Ters Tut'la Şafan Ongan söyleşti. 

Edebiyatta yapay zekâ, Feriköy Antika Pazarı, Karagöz, sinemanın delikanlı zenneleri, İstanbul'un son şapka ustaları ve çok daha fazlası İST'in yeni sayısında. 

İST merkezi metro istasyonları ve iskelelerde, İstanbul Kitapçısı şubelerinde ve istdergi.com adresinde. 

IST DERGI 17.sayı
IST DERGI 17.sayı

İST'in 17. sayısı okuyucuyla buluştu.

 

İST'in yeni sayısı, kapsamlı bir şekilde ele alınan eğitim dosyasıyla açılıyor. 

Ülkemizde eğitim sisteminin içinin nasıl boşaltıldığını PISA sonuçları gözler önüne seriyor. Çeşitli istatistikler, TEDMEM'den Eğitim-Sen'e uzman görüşleri ve velilerin yorumlarıyla desteklenen dosyamız kapsamlı olduğu kadar çarpıcı da...

 

Halifeliğin sona erdiği, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun kabul edildiği ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kurulduğu 3 Mart 1924 tarihinin önemini, 100. yıl dönümü vesilesiyle Prof. Dr. Şaduman Halıcı İST okurları için kaleme aldı. Taha Akyol, 100. yılında 1924 Anayasası'nı yazdı. 100 yılı geride bırakan Cumhuriyet gazetesinin kuruluş hikâyesini, inişlerini çıkışlarını ve "mücadelesini" bir dönem gazetenin avukatlığını, hukuk danışmanlığını ve sorumlu yazı işleri müdürlüğünü de üstlenmiş olan Fikret İlkiz'den okuyacaksınız. 

 

Telefonun İstanbul'a gelişi, müzik dünyamızın saklı hazinesi Zafer Dilek'in ve ilk "paparazi" Suavi Sonar'ın portre yazıları, Taksim Belediye Gazinosu'nun hikâyesi, İstanbul metrosunun müzisyenleri, Büyükada'nın "Robensonları", şehrimizin büyük orkestraları ve çok daha fazlası İST'in yeni sayısında. 

 

Özel röportajlarımız yine oldukça iddialı: Sinemamızın en zarif ismi Filiz Akın, Neyzen Tevfik Hiç oyunuyla tiyatro sahnesine geri dönen Uğur Yücel, yazarlıktaki 60. yılını kutlayan Necati Tosuner, yeni projeleriyle gündeme gelmeye hazırlanan Onur Buldu, 2023 yılında ülkemizde en çok dinlenen isimlerin başında gelen genç müzisyen Güneş İST'e konuk oldular. 

 

Hepsi ve daha fazlası için: istdergi.com

Kitaplar

Sivas Milli Mücadelenin 108 Günü
Sivas Milli Mücadelenin 108 Günü

“Saadet ve selamet-i vatan ve milletten başka kongrede hiçbir maksad-ı şahsî takip etmeyeceğime,

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyasına çalışmayacağıma, mevcut fırak-ı siyasiyeden hiçbirinin âmâl-i siyasiyesine

hâdim olmayacağıma Vallahi Billahi!”

Sivas Kongresi’nde kabul edilen yemin metni

Büyük Medeniyetlerin Büyük Kenti BÜYÜKÇEKMECE
Büyük Medeniyetlerin Büyük Kenti BÜYÜKÇEKMECE
Esir Şehirde Spor
Esir Şehirde Spor

Osmanlı Devleti’nin baskenti iki defa isgal edildi. Birincisi 13 Kasım 1918 tarihinde
de facto yani fiili isgal, ikincisi ise 16 Mart 1920 tarihinde de jure yani resmen…
 sgal asagı yukarı bes sene sürdü. Bu süre zarfında sehrin bütün dokusu altüst
oldu. Yokluk, kıtlık, açlık, ulasım sorunu, kömür buhranı, içme suyu derdi, gayr-i
müslimlerden bazılarının rencide edici tavırları, isbirlikçi Türkler,  spanyol Nezlesi
türünden bulasıcı hastalıklar, isgal askerleri ve moral bozuklugu…
Her seye ragmen  stanbul isgal altında da olsa hayat devam ediyordu. Sehre
gelen Ruslar ticarete atılıyor, türlü türlü cambazlıklar yapıyor, Beyoglu sokaklarında
kabareler isletiyor, Taksim Kıslası’nda köpek yarısları tertip ediyorlardı.
 sgal altındaki sehir, bütün unsurlarıyla hayatını yasıyordu…
…  sgal sırasında toplumun belki de yegâne avutucusu spor faaliyetleri idi. Fenerbahçe’nin
 ngilizlerle, Galatasaray’ın Fransızlarla ve diger kulüplerin isgal
kuvvetlerine mensup takımlarla oynadıgı müsabakalar ve elde ettikleri basarılar
onlara moral verdi.
Sadece bu mu? Elbette hayır.  stanbul halkı isgal devletlerinin sivil unsurları
sayesinde yepyeni sporlarla tanıstı: Hayatlarında ilk defa basketbol ve voleybol
izlediler, heyecanlı boks maçları gördüler. Biraz saskınlık ve biraz da merakla
beyzbol oynayanlara baktılar. Kısaca bir parça da olsa eglendiler, gülümsediler.
Ve tarihin bir gerçegi; daha önce hiç görmedikleri müsabakalar gördüler…

Geçmişten Günümüze BEYLİKDÜZÜ
Geçmişten Günümüze BEYLİKDÜZÜ
Atatürk Fotoğraflarının Hikâyesi
Atatürk Fotoğraflarının Hikâyesi

Sanki rüyada gibiydim. Hele bana ismimi sorduğu zamanı unutamıyorum. Kendisine adımın Ali Rıza olduğunu söyleyince, biraz yüzü asıldı. Şaşırmıştım. Ne olduğunu anlayamadım. Hata yaptığımı düşünmeye başlamıştım. Fakat daha sonra öğrenecektim ki, babası Ali Rıza Bey’i küçük yaşta kaybettiği için hiç kimseye Ali Rıza diye hitap etmemiş. O kadar büyük saygısı vardı babasına. Bu yüzden bana hiçbir zaman adımla hitap etmedi. Saçlarımın sarı olmasın- dan dolayı beni hep ‘Sarı’ diye çağırdı.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, 29 Ekim günü meclis girişinin  hemen önünde, yanına çağırdığı “Sarı”ya, ne olduğunu sordu. Ali Rıza Tuncay, üzüntü içinde fotoğrafı nasıl kaçırdığını anlattı. Hoşgörüsü yüksek, insanları mutlu etmeyi seven Cumhurbaşkanı yanındakilere dönerek, “Arkadaşlar, tekrar içeri girip, tekrar aynı şekilde dışarı çıkacağız,” dedi. Müthiş bir şeydi bu. Sonuç mu; işte hemen her yerde gördüğümüz o fotoğraf karesi…

Atatürk Fotoğraflarının Hikâyesi, bugüne kadar yapılan Atatürk fotoğrafları çalışmalarından farklı olarak; 100 fotoğrafın hikâyesini kronolojik olarak ele alıyor, nasıl ve kim tarafından, hangi şartlarda çekildiğini gerçek, yalın ve çarpıcı bir dille sunuyor. Atatürk’ün fotoğraflarını çeken 18 fotoğrafçısının pek bilinmeyen öyküleri belki de ilk kez bu eserde hayat buluyor…
 

NUTUK
NUTUK

Nutuk’a daha önce hiç bu gözle bakmış mıydınız?..

Hatıratlarla Karşılaştırmalı NUTUK... Mustafa Kemal Atatürk’ün sadeleştirilmiş Nutuk kitabını bölüm bölüm, bizzat yaşanmış ve yazılmış hatıratlarla anlatıyor bu eser...

Ve yetinmiyor; çerçeve yazılarla hatırat sahiplerini, Millî Mücadele’nin önemli olaylarını, kim kimdir?’i anlaşılır bir dille okuyucuya sunuyor. Roman gibi, film gibi bir akışla, bir solukta okunuyor... 

Millî Mücadele’yi, Vatan’ın nasıl kurtulduğunu, Cumhuriyet’in nasıl inşa edildiğini ve Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatıyor…

Boğaz Hakkında Her Şey
Boğaz Hakkında Her Şey

Tonguç’un Boğaz’a rehberlik yapan kitabında, ibadethanelerinden saraylarına, müzelerinden yalılarına kadar yeni bilgiler ve çalışmalar yer alıyor.

Doğan Hizlan

Saffet bir desibel sihirbazıdır. Bir insana bir mekânı, bir tabiatı, bir tarihi hangi desibelde, hangi ses tonuyla anlatılmak gerekir sanatını en iyi bilen insandır. Saffet bir detay ressamıdır. Bu dünya cennetinin güzelliklerinin ayrıntıda saklı olduğunu bilen, gösteren insandır. Saffet bir gönül psikiyatrı, bir asri zamanlar hikayecisidir. Saffet rehber değil, yol arkadaşıdır. Onunla bir yeri gezmek, Marco Polo’yla kol kola volta atmaktır.

Ertuğrul özkök

Saffet Emre Tonguç, muhteşem bir öğretmen, hem bir İstanbul beyefendisi hem de şehrin gönüllü elçisi. Tarihin ne kadar kıymetli olduğunu bilen bir hikâye anlatıcısı. 100’den fazla ülkede yayınlanan Dr. Oz programımın Türkiye bölümlerini çekerken beni Göbeklitepe’den Efes’e, Şerefiye Sarnıcı’ndan Ayasofya’ya tarihin tünellerinde dolaştırdı. 1001 Gece Masalları’nın 21. yüzyıldaki temsilcisi o. Kitaplarının sayfalarında keyifle kayboluyorum...

Dr. Mehmet Öz

Kuyucaklı Yusuf
Kuyucaklı Yusuf

Sabahattin Ali romancılığı erken Türk romanı için modernizmin yerellikle hesapsız kitapsız, beklentisiz bir şekilde buluştuğu belirleyici bir kavşakta yer alır. Onun romancılığına değmeyen, anlatısına bakışını ayartmayan her girişim tam olma gerçekliğinden uzaktır.

Uzaktır çünkü Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf’la açtığı yol temel eksenini Batılılaşmanın oluşturduğu ak-kara çatışmasından daha ziyade alt-yapı, üst-yapı sorunsalına eğilerek toplumsal katmanın en derinine kadar inerek yüzünü Anadolu’ya çevirmesiyle öne çıkmaktadır.

Kuyucaklı Yusuf lirizmi ile destansı bir ilk roman….

Kanal İstanbul
Kanal İstanbul

İstanbul’a bir kanal yapma düşüncesi, yaklaşık 10 yıl önce “Çılgın

Proje” olarak ortaya atıldığında, ilgili her kesimden yoğun bir tepki aldı. Aradan geçen uzun süre içinde bu düşünce belli aralıklarla rafa kaldırılmış görünse bile İstanbul’un üstünde “Demokles’in kılıcı” benzeri bir tehdit unsuru olmayı hep sürdürdü. Çalışmaya, ilgili devlet kurumlarının ve bil m camiasının olumsuz görüşleri ile tüm İstanbulluların yasal itirazına rağmen 17 Ocak 2020 tarihinde Çevre ve Şehirci ik Bakanlığı tarafından “olumlu” kararı verildi. Bu kitapta b limsel veriler esas alınmak suretiyle ÇED Raporu’nda yer verilen ya da verilmeyen hususlar, yapılan yanlışlıklar, yanıltıcı yorumlar ve eksik değerlendirmeler detaylı olarak ele alınmış veİstanbul ve doğal çevresi için oluşturacağı risk, zarar ve tehditler ortaya konmuştur.

Bosphorus The Ultimate Guide
Bosphorus The Ultimate Guide

Onun gibisi yok. En çok gezen, en çok kitap yazan, en çok ödül alan, en çok tanınan ve en çok çalışan rehber... Artık ona ‘rehber’ denmiyor! O bir İstanbul, o bir Türkiye uzmanı. Saffet, dünya şahanesi bir adam. Arkasında sıkı bir eğitim ve birikim var... Boşuna Türkiye’ye gelen bütün ünlü yabancıları o gezdirmiyor. Ama Saffet Emre Tonguç olmak kolay zannediyorsanız yanılıyorsunuz! Gerçekten deli gibi çalışıyor…

AYŞE ARMAN Bilge bir gezgin, unutulmuş hikayelerin kaşifi, güler yüzlü, güzel insan... Sen anlatıyorsan eğer o yolu, o yoldan geçmek ayrı bir keyif... Saffet’i uzun yıllardır tanırım, çok misafir ağırladık beraber. O anlattı, biz dinledik. Türkiye tanıtımında ciddi emeği olan, değerli bir markadır. Bilgisi, eğitimi, nezaketi, centilmenliği, sempatisi ve pozitifliği ile çağdaş bir insan,

örnek bir beyefendidir... DEMET SABANCI ÇETİNDOĞAN

MÜREBBİYE
MÜREBBİYE

1899 yılında İkdâm gazetesinde tefrika edilen Mürebbiye, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ününü sağlayan ilk romandır. Tanzimat’la birlikte başlayan Batılılaşmanın toplumsal yaşam içerisindeki etkilerinin bir eleştirisi olan Mürebbiye’de yazar, karakterleri ve işlediği konu aracılığıyla “aşksız erkekler” sorununa eğilir. Mürebbiyede Batılılaşmanın eski konak ahalisini düşürdüğü gülünç durumları dile getiren Gürpınar, bir kez daha her devrin yazarı olduğunu ortaya koyuyor.
Romanın ana kahramanı Anjel, mazisi son derece karanlık Parisli bir hayat kadını iken, İstanbul’a Dehri Efendi Yalısı’na bir matmazel olarak kabul edilir. Mürebbiye olarak çalışmaya başlayan Anjel’in sırasıyla evin tüm erkeklerini kendisine âşık etmesi ve sonrasında gelişen olaylar mizahi bir dille anlatılır.
 

PAŞA'NIN ROTASI
PAŞA'NIN ROTASI

Bandırma Vapuru'nun Rotası
16 mayıs 1919 cuma
İngilizlerin şikâyeti üzerine Doğu Karadeniz’deki Müslüman çetelerin Rum halkı rahatsız ettiği iddialarını incelemek ve gerekli önlemleri almak göreviyle 9. Ordu Birlikleri Müfettişliği’ne atanan Mustafa Kemal Paşa, karargâhındaki 23 kişiyle birlikte Bandırma Vapuru’yla İstanbul’dan hareket etti. Paşa’ya verilen görev talimatında, Mondros Mütarekesi gereğince ordunun elindeki fazla silahları toplamak ve Doğu Anadolu’da kurulduğu söylenen şûra
yönetimlerini dağıtmak da vardı.
Paşa’nın Rotası, Millî Mücadele yıllarının en hareketli dönemlerini gün gün görsel bir dille aktarıyor. Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’dan Samsun’a yola çıktığı 16 Mayıs 1919 günü başlıyor ve 23 Ekim 1922 tarihinde sona eriyor. Harita üzerinde işaretler ve dönem fotoğraflarıyla da Mustafa Kemal Paşa’nın üç buçuk yıl boyunca izlediği rotayı takip ediyor.
 

MAİ VE SİYAH
MAİ VE SİYAH

Dil işçisi ve üslup kurucu özellikleriyle Servet-i Fünun döneminin en önemli yazarlarından olan Halid Ziya Uşaklıgil’in “Türk romancılığının babası” olarak anılmasını sağlayan Mai ve Siyah 1897 yılında tefrika edilmiştir.
Batılı anlamda ilk Türk romanı olan Mai ve Siyah dönemin sanat yaşamını, eski-yeni kavgalarını kahramanı Ahmet Cemil’in hayallerle, aşırı duygusallıklarla bezenmiş karamsar bir ruh haliyle anlatır. İnsanın hayat karşısındaki çaresizliğini güçlü bir şekilde veren Mai ve Siyah, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyimiyle “bir hayal kırıklığının romanıdır”.
 

SATRANÇ
SATRANÇ

İmkânsız olan gerçekleşir ve dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic, yirmi beş yıldır hiçbir satranç tahtasına elini sürmemiş olan yabancıya karşı yenilir. Kim olduğu bilinmeyen bu adam, dünyadaki en güçlü satranç oyuncusunu açık arayla yener.
Avusturya göçmeni Dr. B., New York’tan Buenos Aires’e doğru yola çıkan bir yolcu gemisinde satranç şampiyonuyla tamamen tesadüf eseri mücadeleye oturduğunda büyük bir şaşkınlık yaşanır. Tecrübeli rakibini büyük bir rahatlıkla yenen yabancı, oyundan önce, nasyonal sosyalistler tarafından tutuklandığı döneme ait üzücü anılarını anlatarak, psikolojisini yeniden tehdit etmeye başlayacak olan ruhsal yarasını kanatır.
 

İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN
İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN

Oldukça erken bir tarihte toplumsal yapıdan kaynaklanan sorunlara odaklanan Sabahattin Ali bireyin kendini gerçekleştirme edimini bir doğa-toplum sarmalında irdeleyerek kabuk bağlamış tüm yaralara romanının koşulsuz gerçekçiliği içerisinde yer verir. Sabahattin Ali’nin erken modernizmi bireyin uyumsuzluğunun içrek ve toplumsal yönüne dramatik anlatımın elverdiği ölçüde birtakım karşıtlıklarla romanlarında yer vermesi onu ne yalınkat bir gerçekçi ne de ütopik-romantisist bir kalem yapar. Çünkü Sabahattin Ali hem Kuyucaklı Yusuf hem de İçimizdeki Şeytan ile yazınımızda ilk defa dillendirilen pek çok sorunu ve metinsel düzlemi kayıt altına alan bir yazardır. 
İçimizdeki Şeytan kapana kıstırılmış insanın doğum sancılarına kulak kesiliyor…
 

İstanbul Hafızası Cilt 1
İstanbul Hafızası Cilt 1

Hafıza”nın sözlük anlamı şöyle tanımlanmıştır: “Yaşananları, öğrenilen

konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücüdür.” Psikolojideki “hafıza” tanımı ise “Bir organizmanın bilgiyi depolama, saklama ve sonrasında ise geri çağırma yeteneği” şeklindedir.

Kişilerin geçmişlerine doğru yaptıkları yolculukta hatırladıkları; hafızalarındaki görüntüler ve anlardan oluşur. Şehirlerin de hafızası vardır. Filmler, fotoğraflar, yazılı metinler, kişiden kişiye anlatılan olaylar ve hikâyeler şehirlerin hafızasını oluşturur.

Fotoğraflar bize gündelik hayattaki ayrıntıları, kaybolan âdetleri, mimari yapıları, toplumsal olayların perde arkasını anlatan çok önemli belgelerdir. Bu tür fotoğraflar birer güzel sanat nesnesi olmanın dışında kolektif hafızayı diri tutabilecek önemli birer kaynaktır. Ayrıca bir dönemi anlatma ve anlama konusunda yazılı metinlerin yeterli olmadığı zamanlarda devreye girerek kişisel ve toplumsal tanıklıklara da dönüşürler.

Foto muhabirleri bu anlamda objektiflerinden tarihe ışık tutarlar. Usta foto muhabirlerinin başarısı, bir ana tanıklık ederken kompozisyonu, ışığı, çekim açısını da o kısa anda bir kareye sığdırabilmelerinden geçer. Bu kitapta yayımlanan fotoğraflar; haber amacıyla çekilen önemli belgeler olmanın dışında çok başarılıdır. Kişisel merak ve araştırmalarla bir araya getirilen bu fotoğraf ve haberler kuşkusuz ki şehrin hafızasına katkıda bulunuyor.

İstanbul Hafızası Cilt 2
İstanbul Hafızası Cilt 2

Hafıza”nın sözlük anlamı şöyle tanımlanmıştır: “Yaşananları, öğrenilen

konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücüdür.” Psikolojideki “hafıza” tanımı ise “Bir organizmanın bilgiyi depolama, saklama ve sonrasında ise geri çağırma yeteneği” şeklindedir.

Kişilerin geçmişlerine doğru yaptıkları yolculukta hatırladıkları; hafızalarındaki görüntüler ve anlardan oluşur. Şehirlerin de hafızası vardır. Filmler, fotoğraflar, yazılı metinler, kişiden kişiye anlatılan olaylar ve hikâyeler şehirlerin hafızasını oluşturur.

Fotoğraflar bize gündelik hayattaki ayrıntıları, kaybolan âdetleri, mimari yapıları, toplumsal olayların perde arkasını anlatan çok önemli belgelerdir. Bu tür fotoğraflar birer güzel sanat nesnesi olmanın dışında kolektif hafızayı diri tutabilecek önemli birer kaynaktır. Ayrıca bir dönemi anlatma ve anlama konusunda yazılı metinlerin yeterli olmadığı zamanlarda devreye girerek kişisel ve toplumsal tanıklıklara da dönüşürler.

Foto muhabirleri bu anlamda objektiflerinden tarihe ışık tutarlar. Usta foto muhabirlerinin başarısı, bir ana tanıklık ederken kompozisyonu, ışığı, çekim açısını da o kısa anda bir kareye sığdırabilmelerinden geçer. Bu kitapta yayımlanan fotoğraflar; haber amacıyla çekilen önemli belgeler olmanın dışında çok başarılıdır. Kişisel merak ve araştırmalarla bir araya getirilen bu fotoğraf ve haberler kuşkusuz ki şehrin hafızasına katkıda bulunuyor.

Vatan Uğruna Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı- Alman Bahriye İlişkileri
Vatan Uğruna Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı- Alman Bahriye İlişkileri

18’inci yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’nin toprak kaybı artarak devam ederken, 19’uncu yüzyılda İngiltere ve Fransa’nın da bu toprak paylaşımına dahil olmasıyla ülke tamamen yalnızlaştı. 

Bu yalnızlığı aşmanın yolları aranırken 29 Nisan 1882’de Almanya tarafından Albay Kaehler başkanlığındaki subaylardan oluşan bir heyet İstanbul’a gönderildi. Osmanlı-Alman askerî işbirliği zamanla ilerledi ve sonrasında Osmanlı İmparatorluğu önce ordusuyla ardından ekonomi ve siyasetiyle Almanya’nın yörüngesine girdi. 

29 Ekim 1914’te iki Alman savaş gemisi (Goeben ve Breslau) Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Karadeniz’deki Rus limanlarını bombalayınca Osmanlı Devleti kendini Birinci Dünya Savaşı’nda buldu. 

Gerek Trablusgarp ve Bingazi’de yürütülen savaşta gerekse Birinci Dünya Savaşı süresince Almanya, denizaltılarıyla Osmanlı sivil ve askerî erkânına ikmal ve nakliye açısından desteklerini sürdürdü.

Bu dönem yaşananlar Osmanlı-Alman ilişkilerinin ne kadar hayati olduğunu gösteriyor. 

Doç. Dr. Sezen Kılıç’ın arşivlerdeki titiz çalışmasıyla ortaya koyduğu Vatan Uğruna, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı-Alman Bahriye İlişkileri, Alman arşiv belgelerini esas alarak 
inceleyen ilk kitap olma özelliğinde.

Vatan Uğruna, 1914-1918 yılları arasındaki kritik dönemde yaşananlara farklı bir açıdan bakıyor. İlk kez karşınıza çıkacak dikkat çekici belgeler ışığında, özel fotoğraflarla beraber, bugüne kadar çok az konuşulmuş ya da çok az araştırılmış bilgileri yine ilk defa bu denli geniş ve titiz bir çalışmayla okuyucuya sunuyor.
 

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ
KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ

Halley kuyrukluyıldızının dünyaya çarpacağının söylentisiyle çalkalanan eski İstanbul! Felaketin yarattığı heyecan, korku, telaş ve dedikodu büyüktür; çünkü önyargılar, batıl inançlar, cehalet büyüktür! Adeta bir kadın düşmanı olan, iyi eğitimli İrfan Beye çarpacaktır asıl yıldız! 1910’da yaşanan, kıyamet arifesinde bir aşk... Kahkahadan kahkahaya sürükleneceğiniz bir başyapıt! 
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın kaleminden, dönemin evlilik anlayışına, geleneksel toplum ve aile yapısına karşı halen geçerliliğini koruyan sağlam bir eleştiri!
 

ISTANBUL The Ultimate Guide
ISTANBUL The Ultimate Guide

A Tale of Two Continents…
Istanbul is my love! Up until now, I have declared this love through books, countless
newspaper and magazine articles, frequent tours and TV programs. But I always feel
that I can never talk enough about this love.
Talking and writing about, exploring and loving Istanbul is an endless passion of mine.
That is why whatever I do, I do it with fresh enthusiasm. To share my enthusiasm, I
wrote Istanbul The Ultimate Guide. As I toiled, I discovered once again that this city has
truly stolen my heart.
In this book I wanted to tell you a tale of Istanbul. And Istanbul gave me the most
magnificent of tales. My aim was to draw a picture of this city, and it unfolded all its
colours before me. And it did so with ecstasy! With surprises! With generosity…
Under the light of 8,500 years of history it wasn’t easy to describe a city so exultant,
always surprising, a city that you can’t get enough of exploring and that teases you
with its uniqueness.
As you get lost in the pages, you will go on a journey through Istanbul from a brand
new point of view, and witness the richness of Istanbul with buildings that have never
previously appeared in the same frame.
I tell you about an Istanbul. An Istanbul that is multicultural, multicoloured, that blends
the old and the new, preserves differences side by side in its bosom, reconciles resentments
with its beauty, and amazes with its history.
My wish is that you get lost in the pages and carried away with the magic of this love…
 

AMERİKA
AMERİKA

Franz Kafka’nın kaleminden bir kapitalizm eleştirisi olarak da okunabilecek Amerika, ilk olarak yazarın ölümünden sonra 1927’de yayımlanmıştır. Kafka, eğlenceli olduğu kadar ilk romanı olma özelliğini de taşıyan Amerika’yı 1912’de yazmaya başladı. Yazarın “Kayıp” adını verdiği bu roman Max Brod tarafından Amerika ismiyle yayımlandı. İşlediği bir suç yüzünden ailesi tarafından Amerika’ya gönderilen Karl Rossman’ın bu yeni duruma uyum sağlama sürecinin anlatıldığı romanda birey-toplum çatışması farklı bir biçimde sorgulanır. Özlemini çektiği özgürlüğün peşinde “yeni dünya”da bir hayat peşinde olan Karl Rossman, New York’ta boyun eğmiş bağımlı bir yaşam sürer.
Kafka’nın bildik üslubunun dışında ilerleyen, alegorilerden ve metaforlardan arınmış yalın bir romandır Amerika. Baş karakterinin fantezi dünyası ile her türlü karşıtlığı mükemmel bir uyum içerisinde sergilemesiyle de öne çıkan bir yapıttır. Yeni bir dünyayı keşfederken aynı zamanda kaybolan bir masumiyetin giderek nasıl bir prangaya dönüştüğünün de özlü bir fotoğrafını verir Amerika. 
Amerika’yı hiç görmemiş olan Kafka’nın kaleminden şaşırtıcı olduğu kadar fantastiğin ve hayalin sınırlarında gezinen bir anlatı. 
 

Şiirlerde İstanbul
Şiirlerde İstanbul

Şiirlerde İstanbul, 2300 yıllık bir şiir birikiminin imbikten süzülen özel bir toplamıdır. Oylumlu, her dizenin bir diğerine el verdiği, kanat çırptığı adı İstanbul olan büyük, destansı bir şiirin ilk dizesi aslında. İstanbul’un bilinen ilk şairi bir kadın. Tıpkı Sappho gibi, Ludingirra gibi şiirin alınlığında güçlü bir iz bırakmış zamansız çağdaşımızdır Moiro. Tıpkı Nedîm, Bakî, Yahya Kemal, Nâzım Hikmet, Orhan Veli, İlhan Berk gibi ismi sayılamayacak kadar çok İstanbul sevdalısı şairimiz gibi. MÖ 300 yılından bugüne uzanan Şiirlerde İstanbul, adı İstanbul olan her şeye dair yüzyılların birikimini bugüne ve elbette geleceğe taşıyor.
Şimdiye kadar yapılmış İstanbul şiirleri antolojilerinden ayrılan pek çok yönü var Şiirlerde İstanbul’un. Kapsayıcılığı, yayıldıgı zaman diliminin genişliği ilk bakışta göze çarpan özellikleri. Antik Bizans şiirinden Divan şiirine, Halk şiirine ve nihayet günümüz şiirine bu kadar geniş bir perspektiften bakan bir ilk çalışma.
Şiirlerde İstanbul bir İstanbul şiirleri toplamı olmasından ziyade binlerce yıllık tarihsel, kültürel birikimin en seçkin örneklerinin bir araya getirildiği bir sosyal tarih manzumesidir aynı zamanda. Bir edebiyat toplamı olmasının yanı sıra bir tarih ve sosyoloji kitabı olarak da pekâlâ okuyabileceğiniz bir kitap. İstanbul’un tarihine, kültürüne, toplumsal yapısına, hissiyatına ve folkloruna dair edebiyatın penceresinden açılmş incelikli bir kapı 
Şiirlerde İstanbul.
 

İSTANBUL' UN RENKLERİ
İSTANBUL' UN RENKLERİ

İstanbul’daki azınlık halklarından söz edildiğinde ilk olarak Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler akla gelir. Bu cemaatlerin dışında kalan gayrimüslim unsurlar genellikle ihmal edilir. Sadece tarihî metinlerde yahut medyada değil, gündelik sohbetlerde de çoğunlukla bu böyle... Oysaki İstanbul’un renk paleti şaşılacak denli geniştir: Bulgarlar, Süryaniler, Polonyalılar, Latinler… Onlar da diğer topluluklar gibi “İstanbul” kimliğininve İstanbul kültürünün kurucu aktörleridir. Elinizdeki kitap, öncelikle bu ihmalin yarattığı nahoş duyguları bir nebze de olsa hafifletmek ve İstanbul’un renkleri olarak nitelediğimiz tüm bu toplulukları “içeriden” bir bakışla kavrayabilmek için kaleme alındı.
Bu “içeriden bakış” İstanbul’un kadim sakinlerinin yaşam döngülerini, uğraşlarını, kültürel kodlarını, dini ritüellerini ve tüm bunların tarihsel süreç içerisinde geçirdiği dönüşümü anlamak; şehrin etnik ve kültürel zenginliğini tanımak için bizlere yeni bakış açıları kazandıracaktır. Onların bugüne taşıdıkları kültürel miras kadar“şimdi”ye dönük beklenti ve taleplerini öğrenmenin de birlikte yaşama kültürünü geliştirmemiz adına zaruri bir ihtiyaç olduğuna inanıyoruz.
Bu kitapta yer alan yazılarda anlatılan hikâyeler farklı ancak özlemler ortak…
Toplumsal kırılmalara, siyasi eşiklere gösterilen tepkiler farklı olsa da bugün için yükseltilen talep ve beklentiler ortak…
Günümüz İstanbul’u ağır bir nostalji yükünü sırtlanmış bir şekilde 21. yüzyıl boyunca ilerlerken, varlıklarını yadsımadan; ayrıştırıcı, dışlayıcı veya tektipleştirici tutuma maruz bırakmadan İstanbul’un tüm renklerini kucaklamamız gerekiyor… Çünkü kitap boyunca hissedilen “çok kültürlü, çok sesli İstanbul” vurgusu, nostaljik bir güzelleme olmanın ötesinde bir değer taşıyor. İstanbul’un renkleri bugün hâlâ burada, bizlerle bir arada yaşıyor!
 

100. Yılında İnönü Savaşları
100. Yılında İnönü Savaşları

Mustafa Kemal Paşa, “Derhal taburunu topla, Garp cephesi emrine gireceksin, hareket et!”dedi. Bizi cepheye götürecek trenin lokomotifi kömürsüzlükten çalışamıyor, istim tutamıyor. Ankara istasyonundaki söğüt ağaçlarını kestirdim ve lokomotifin kazanında yaktırarak taburu bir gece içinde cepheye naklettim. Eskişehir’e geldik ve derhal cepheye giderek savaşa tutuştuk. Savaşı kazandık. Bu, Garp Cephesi Kumandanlığı’nın zaferiydi. Düşman Kazancı Bayırı’ndan Bursa yönüne doğru ricat etti. Bundan sonra Ankara’ya döndük. Muhafız Taburu ilk defa savaşa girmiş ve savaşı kazanan birliklerden biri olmuştu.
İsmail Hakkı Tekçe
Kanlısırt’taki düşmanın atılmasıyla İkinci İnönü Meydan Muharebesi’nin Sağ Yan Grubu hareketi son buldu. Düşman, Sakarya’dan Nane Deresi’ne kadar olan sahada 26 Mart’tan 1 Nisan’a kadar geçen günlerdeki çetin ve kanlı muharebelerde binlerce kayıp vererek, yenilmiş ve geri çekilmişti. Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa Hazretleri, kazandığı İkinci İnönü Muharebesi’nin zafer anını Metristepe’den gördü ve Büyük Gazi’ye meşhur telgrafını çekti. İsmet Paşa, düşmanın verdiği kayıp sayısında kuşkuluydu. Sıhhiye müfrezelerimiz o gün işe başladı. Sordurdum, bine yakın ceset gömdüklerini bildirdiler. Yedi gün içinde Yunanlıların gömdükleri de bu hesaba dâhil değildi. Yunanlılar İkinci İnönü Muharebesi meydanında binlerce ölü bırakmıştı.
İzzettin Çalışlar
Her muharebeden sonra, her büyük muharebeden sonra düşmanı takip etmek ve muharebenin neticesini takiple almak esastır. İkinci İnönü Muharebesi’nden sonra çekilen düşmanı takip ediyoruz ama biz bu takibi tesirli bir surette yapamıyoruz. Yarı kuvvetinde olduğumuz bir düşmanı yenmişiz. Düşman da henüz dermanlı iken çekilmiş. Biz tamire muhtaç bir haldeyiz. Yapabildiğimiz takip bir hudut dâhilinde oluyor. Asıl takip ne vakit yapılacak ve nasıl yapılacak, bütün bu tecrübelerden sonra, onun zamanını hazırlayınca nasıl takip yapacağımızı ileride göstereceğiz. Bizim takibe imkân gördüğümüz zaman yapabildiğimiz takibi, dünyada pek az ordu yapabilmiştir.
İsmet İnönü

19.-20. Yüzyıl Yabancı Seyyahların Gözünden İstanbul
19.-20. Yüzyıl Yabancı Seyyahların Gözünden İstanbul

330 yılında Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti olarak inşa edilen İstanbul, Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorluklarının başkenti, modern cumhuriyet Türkiye’sinin de en büyük ve kültürel anlamda en zengin şehri olarak her daim tüm dünyanın yüzünü döndüğü bir şehir oldu. Asırlar boyunca dünyanın farklı köşelerinden birçok yazar, şair, bilim adamı, devlet adamı, asker; maceraperest onlarca isim, dünyaya yön veren bu şehre ve onun mimari, kültürel, sosyal, doğal ve demografik zenginliklerine karşı büyükbir ilgi ve merak duydu. Bu sayede İstanbul, tarihin ve edebiyatın birincil kaynakları olan seyahatnameler bakımından dünyanın en zengin şehirlerinden biri haline geldi. Çeşitli merak ve fantezilerle bu şehre gelen, bu şehirden geçen yüzlerce isim, yine bu şehirle ilgili kalem oynatmaktan kendisini alamadı. Bu kitap, asırlar boyunca İstanbul’dan gelip geçen, farklı tarihlerde, farklı gözlerle bu şehri inceleyip farklı dillerde eserler veren birçok yazarı ve seyyahı bir araya getiriyor. Lamartine’den De Amicis’e, Lady Montagu’den Pierre Loti’ye, Gautier’den Hemingway’e kadar dünya çapında birçok ismin gözünden ve kaleminden İstanbul’un kadim tarihi bir kez daha yazılıyor.

Vapurlarıyla İstanbul
Vapurlarıyla İstanbul

Dokuz bölümden oluşan, tarihî araştırmalar ve nefis görsellerle hazırlanan Vapurlarıyla İstanbul, Paşabahçe vapurunun kurtarılması ile ilgili emek veren sinerjinin kahramanları tarafından hayata geçirildi.

 

Köprüde Sabah
Gece, yavaşça siyah mantosunu sürükler
Vapurlar, şimdi suya bırakılmış kütükler,
Ufuk, banyo edilen bir fotoğraf camıdır...
Dağlar dudaklarını boyar pembe bir tüyle
Köprüde fersiz gözler açılır üzüntüyle:
Sabah, ıstırap çeken kalplerin akşamıdır...
Kollarını gererken iş bekleyen bir sandal,
İlk ışıklar açılır esmer sularda dal dal;
Rüya görür kıyılar bir uyanık uykuda...
Gecenin bir mehtabı andırırken sonları,
Gemi fenerlerinin ziyadan bastonları
Kaybolur ağır ağır kurşunileşen suda...
Paslı mızraklar gibi uyuklayan direkler
Bir gün yapacakları muhayyel cengi bekler,
Uçuşur beyaz deniz kuşları alay alay...
Buruşuk bir deriyi andırır titreyen su,
İner merdivenlerden ilk vapurun yolcusu,
Uyandırır ihtiyar köprüyü bir tramvay...
Sabahattin Ali

GULYABANİ
GULYABANİ

Romanlarını, halkı “yüksek bir felsefe”ye doğru çekmek için kaleme aldığını söyleyen Hüseyin Rahmi Gürpınar, Aydınlanma felsefesinden, Schopenhauer ve Nietzsche gibi filozoflardan da etkilenmiştir. Toplumun peşin yargılardan, geleneksel düşünce kalıplarından ve akla aykırı her türlü hurafeden kurtulması gerektiğine inanan Gürpınar’ın toplum içerisinde din kisvesine bürünmüş batıl inanış ve hurafeleri yerdiği Gulyabani romanı aynı zamanda edebiyatımızın fantastik öğeler barındıran ilk korku romanıdır. Gulyabani’de Musine Hanım adında kimsesiz bir kadının hizmetkârlık yaptığı çiftlikte gerçekleşen doğaüstü olaylar ve sahtekârlıklar etrafında yaşadığı maceralar anlatılır.

İstanbul’un Surları ve Kapıları
İstanbul’un Surları ve Kapıları

İstanbul benzersiz bir kent. Bin beş yüz yılı aşkın süre iki büyük imparatorluğa başkentlik yapmış. Orta Çağ’ın en etkileyici savunma sistemlerinden olan surları önce Bizans’ın, ardından Osmanlı’nın başkentini korumuş.

İstanbul surları dünyanın en büyük tarih ve kültür miraslarından da biri; aynı zamanda İstanbulluların yaşamlarıyla bütünleşmiş, şehri biçimlendirmiş, gündelik yaşamın binlerce yıllık izlerini taşıyan tanıkları.

İstanbul’un Surları ve Kapıları’nda Murat Belge surları bir kültür rotası olarak ele alacak ve bu rota boyunca bize rehberlik edecek. Yol boyunca sur kapılarına uğrayarak Yedikule’den Haliç’e kara surlarını, sonra Haliç boyu semtlerini, ardından Sarayburnu’ndan başlayarak Marmara Surları boyunca Tarihî Yarımada’yı keşfedeceğiz. Sonra Karaköy’e geçecek, İstanbul’un Batı’ya dönük yüzü olan Galata’yı, eski Ceneviz surlarının ve kapılarının izini sürerek arşınlayacağız.

Surların yanı sıra semtleri, insanları, anıtları, her dinden ibadethaneleri ve bunlara eşlik eden efsane ve hikâyeleri de keşfettiğimiz yolculuğumuzun sonuna vardığımızda bir İstanbul kültür turunu bitirmiş olacağız.

Kentimizin zengin tarihine ve kültürüne, çok renkli dokusuna tanıklık edeceğimiz bu tura eşlik ederken İstanbul’a tekrar hayran kalacak, her gün yanından geçtiğimiz,içinde yaşadığımız o zenginliklere farklı bir gözle bakacaksınız.
 

ATATÜRK ve İstanbul
ATATÜRK ve İstanbul

Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları 16 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan yola çıktı. Samsun’a doğru yol alan geminin Karadeniz’de batırılacağına dair bilgiler vardı. Samsun’a varıldı, Millî Mücadele başlatıldı ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa önderliğinde vatan kurtarıldı.
6 Ekim 1923, İstanbul da kurtulmuş ama kurtarıcısı hâlâ dönmemişti…
İstanbulluların bekleyişi sürerken Cumhuriyet ilan edilmiş, saltanat ve hilafet kaldırılmış; yeni başkentiyle bir ülke kurulmuştu.
1 Temmuz 1927… Büyük bir heyecan ve coşku… O sıcak yaz gününde kadınlı-erkekli İstanbullular yolları, kıyıları, sandalları, vapurları doldurmuş dikkatli gözlerle onu bekliyorlardı; ve Gazi Mustafa Kemal İstanbul’da… İstanbul bu muhteşem karşılamayı, heyecanı ve ilgiyi çok uzun yıllardır hiç görmemişti…
Atatürk ve İstanbul, Selanikli Mustafa’nın 13 Mart 1899 günü İstanbul’da Harbiye Mektebi’ne kaydoluşundan 10 Kasım 1938’de ölümüne değin 40 yılın olaylarını, anılarını içeriyor. Kitap, bir ilkede imza atıyor: Bugüne kadar yanlış bir ezberle verilen-öğretilen Atatürk’ün gerçek doğum tarihini ilk kez paylaşıyor.
Bu, bir İstanbul tarihi ve Atatürk özgeçmişi değildir. Özenle seçilmiş fotoğraflar eşliğinde, Atatürk ve İstanbul özelinde; bağlılığın, sevginin, başarının anlatısıdır.
Atatürk ve İstanbul, bir liderin bir kente, bir kentin bir lidere bağlılığının hikâyesidir.
“İki cihanın kavşağında Türk vatanının ziyneti, Türk tarihinin serveti, Türk milletinin gözbebeği!”
— Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Cumhuriyet İstanbul'unda Kadın
Cumhuriyet İstanbul'unda Kadın

Osmanlı İstanbul’unda Kadın ve Cumhuriyet İstanbul’unda Kadın farklı alanlardan ve bakış açılarından otuza yakın araştırmacının katkısıyla meydana gelmiş, alanında çığır açıcı ve benzersiz bir çalışma.
Bu iki kitaplık eserde Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde İstanbul kadını edebiyattan sanata, çalışma hayatından modaya, eğitimden hak mücadelesine, güzellik yarışmalarından sinemaya her yönüyle ele alnıyor.
Tarih, kültür, kadın ve İstanbul çalışmlarıyla ilgilenen herkesin yararlanabileceği derinlikli bir başvuru kaynağı.
“Toplumsal cinsiyeti tıpkı sınıf, statü, ‘ırk’ ve etnisite gibi tarihsel olarak sorgulanması gereken bir değişken olarak ele almazsak, ne kadınların ne de başka madun grupların tarihini tam olarak anlayabiliriz.”
Doç.Dr. Tuba Demirci
Toplumu ve kadınları daha ileriye taşıyan yasa ve uygulamalar için kadınların sürekli mücadele etmesi gerekmiştir. Bazen modernleşme aracı, bazen demokratikleşme ölçütü, bazen insan hakkı olarak görülen bu kazanımlara giden yol dün olduğu gibi bugün de inişli, çıkışlı ve gerilimli bir süreçtir.”
Prof.Dr. Serpil Çakır
 

İSTANBUL' UN DEPREM GERÇEĞİ
İSTANBUL' UN DEPREM GERÇEĞİ

Depremini bekleyen şehir: İstanbul… 

Zaman daralıyor… Deprem İstanbul’un gerçeği. Bundan kaçış yok… Ne zaman? Kaç şiddetinde? Ne kadar hasar verir? Can kaybı ne kadar olur? Bunlarla ilgili kesin bir 
şey söylemek de zor.

Kesin olan tek şey şu: Depreme karşı önlem alabiliriz. Etkilerini en aza indirebiliriz. Bilimin ışığında, toplumsal bir seferberlikle İstanbul’u depreme hazır hâle getirebiliriz. İstanbul’un Deprem Gerçeği de bu düşünce rehberliğinde hazırlandı.

Deprem konusunda kilometre taşı niteliğindeki bu çalışmada alanlarının en önemli 
isimlerinden 11 uzman, depremi her yönüyle ele alıyor. Tarihiyle, yer bilimiyle, yapıların depreme dayanıklı hâle getirilmesiyle, insanlarda yol açtığı psikolojik yıkımla, 
kültürel mirasımızın nasıl korunabileceğiyle, çevresel etkileriyle, sosyolojik ve hukuki boyutlarıyla, toplumsal belleğimizde edebiyat yoluyla bıraktığı izleriyle İstanbul’un Deprem Gerçeği masaya yatırılıyor.

Ailemizi ve evimizi korumak için ne yapabiliriz? Toplumu nasıl örgütleyebiliriz? 
Hukuki haklarımız nelerdir? Çocuklarımızla deprem hakkında nasıl konuşabiliriz? 
Tüm bu soruların ve çok daha fazlasının yanıtı İstanbul’un Deprem Gerçeği’nde…
 

İstanbul Spor Kulüpleri Tarihi İlk Dönem Kulüpleri (2. Cilt)
İstanbul Spor Kulüpleri Tarihi İlk Dönem Kulüpleri (2. Cilt)

Tamamı üç ciltten oluşan İstanbul Spor Kulüpleri Tarihi bu alanda önemli bir boşluğu dolduruyor. Okuyucuya müthiş bir araştırmayla birlikte çok eski zamanlarda yaşanan anıları da ulaştırıyor. İstanbul’un hâlâ devam eden o çok sesliliğine, çok renkliliğine atıfta bulunuyor. Ve o canım formaların parıldayan renklerinin hikâyesiyle buluşturuyor.

Birinci ciltte hemen hiç tanımadığımız kulüpler var. İstanbul’un kozmopolit renklerinin kurdukları ilk dönem kulüpleri... Elpis, Makabi, Pera, Teutonia... Bu kulüpler ki öyle pek de aşina olmadığımız sporlar yapıyorlar; ragbi, kriket hatta beyzbol...
İkinci cilt en heyecanlısı... Şehrin üç büyük efendisini oldukça geniş kapsamlı ve detaylı bir biçimde anlatan bu ciltte merak edilen pek çok sorunun da cevabı var. Mesela “Cim Bom Bom” ne demek, “Kanarya” nereden geliyor, ya “Kara Kartal”?..
Üçüncü ciltte ise İstanbul’un paha biçilmez kıymetteki kulüpleri var. Bazıları şimdilerde maalesef çok popüler değil fakat bir vakitler sahalarda, meydanlarda fırtınalar estirirlerdi: Altınordu, Vefa, Süleymaniye... Bazıları ise hâlâ dimdik ayakta: Karagümrük, Kasımpaşa, Dârüşşafaka... Ayrıca semtlerin göz bebekleri olan kulüpler de bu son ciltte: Kadırga, Hasköy, Arnavutköy, Davutpaşa, Topkapı, Hilâl ve daha niceleri...
Mehmet Yüce imzalı İstanbul Spor Kulüpleri Tarihi, harikulâde ve pek çoğu ilk defa yayımlanan fotoğraflar eşliğinde sizleri 1847’den alıp günümüze kadar getiren sıra dışı bir yolculuğa çıkarıyor. Spor, kulüp ve sosyal tarih yolculuğuna, İstanbul’un sporla yoğrulmuş insanlarının “insana dair” öykülerini okumaya davet ediyor…
 

İstanbul Spor Kulüpleri Tarihi İlk Dönem Kulüpleri (3. Cilt)
İstanbul Spor Kulüpleri Tarihi İlk Dönem Kulüpleri (3. Cilt)

Tamamı üç ciltten oluşan İstanbul Spor Kulüpleri Tarihi bu alanda önemli bir boşluğu dolduruyor. Okuyucuya müthiş bir araştırmayla birlikte çok eski zamanlarda yaşanan anıları da ulaştırıyor. İstanbul’un hâlâ devam eden o çok sesliliğine, çok renkliliğine atıfta bulunuyor. Ve o canım formaların parıldayan renklerinin hikâyesiyle buluşturuyor.

Birinci ciltte hemen hiç tanımadığımız kulüpler var. İstanbul’un kozmopolit renklerinin kurdukları ilk dönem kulüpleri... Elpis, Makabi, Pera, Teutonia... Bu kulüpler ki öyle pek de aşina olmadığımız sporlar yapıyorlar; ragbi, kriket hatta beyzbol...
İkinci cilt en heyecanlısı... Şehrin üç büyük efendisini oldukça geniş kapsamlı ve detaylı bir biçimde anlatan bu ciltte merak edilen pek çok sorunun da cevabı var. Mesela “Cim Bom Bom” ne demek, “Kanarya” nereden geliyor, ya “Kara Kartal”?..
Üçüncü ciltte ise İstanbul’un paha biçilmez kıymetteki kulüpleri var. Bazıları şimdilerde maalesef çok popüler değil fakat bir vakitler sahalarda, meydanlarda fırtınalar estirirlerdi: Altınordu, Vefa, Süleymaniye... Bazıları ise hâlâ dimdik ayakta: Karagümrük, Kasımpaşa, Dârüşşafaka... Ayrıca semtlerin göz bebekleri olan kulüpler de bu son ciltte: Kadırga, Hasköy, Arnavutköy, Davutpaşa, Topkapı, Hilâl ve daha niceleri...
Mehmet Yüce imzalı İstanbul Spor Kulüpleri Tarihi, harikulâde ve pek çoğu ilk defa yayımlanan fotoğraflar eşliğinde sizleri 1847’den alıp günümüze kadar getiren sıra dışı bir yolculuğa çıkarıyor. Spor, kulüp ve sosyal tarih yolculuğuna, İstanbul’un sporla yoğrulmuş insanlarının “insana dair” öykülerini okumaya davet ediyor…
 

FATİH SULTAN MEHMED
FATİH SULTAN MEHMED

İstanbul’un fethi, bir çağı kapatıp yenisini açan, dünya tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Fatih Sultan Mehmed Han bu büyük dönüşümü

yalnızca tarihin akışı önünde engel haline gelmiş olan surları, zincirleri aşarak başarmadı. O aynı zamanda fe- tihten sonraki yeni yaşamı kurguladı; herkesin, inanç ve geleneklerini muhafaza ederek bir arada yaşamasını sağlayacak temel prensipleri tanımladı.

Fatih Sultan Mehmed Han, döneminin en önemli en- telektüellerinden biridir. Farklı kültür ve bakış açılarını kavrayıp sentezlemekte, geleceği tanımlamakta çok özel bir yeteneğe sahiptir. Eğitime, kültüre, bilim ve sanata yaklaşımı çağının çok ilerisindedir. Rönesans atmos- ferinin İstanbul’a yansımasını sağlamakla kalmamış, uzlaşmaz gibi gösterilmek istenen Doğu ve Batı kültürlerini özgün bir sentez içerisinde buluşturmuştur.

Feshane-i Amire
Feshane-i Amire

İstanbul’da Haliç’in iç kısmında ve tarihi Eyüp’ün çevresinde yer alan, dik tepelerin denizle birleştiği dar ve uzun bir kıyı parçası... Bu kıyıda 1835 yılından 1986 yılına kadar hiç durmadan çalışan ve herkesin çok iyi bildiği ünlü bir fabrika: İlk ismiyle Feshane, yıkılmadan önceki son ismiyle Sümerbank Feshane Defterdar Fabrikası…

Bu kitapta Prof. Dr. Önder Küçükerman, Osmanlı sanayileşme tarihinin temel kurumlarından biri olan Feshane-i Amire fabrikasını mercek altına almakta. Batı’daki sanayi devriminin bu topraklardaki 
etkilerinin somut bir tezahürü olan Feshane-i Amire kendi içinde adeta bir kırılma noktasını teşkil etmektedir. Fabrikanın kuruluşu toplumsal ve kültürel dönüşümlere vesile olmuş, kent ve çalışma yaşamını doğrudan etkilemiştir. Malzemesini titiz bir bakışla işleyen, ayrıntıları hesaptan düşmeyen, 
bu anlamda muntazam bir kültür tarihçiliği örneği de olan bu çalışma hem Osmanlı-Türk modernleşmesinin temel motiflerini hem de İstanbul’u eşzamanlı olarak okura ulaştırıyor. Türk dokuma sanayii içinde kendine has bir önemi olan Feshane’nin 1835’teki kuruluşundan Sümerbank olarak 1986’daki kapanışına kadar olan süreç müthiş bir arşivcilikle de desteklenerek gözler önüne 
seriliyor. Ordunun modernleştirilmesinde kilit bir öneme sahip olan Feshane fabrikası sadece fes 
ve çuha üretimi ile değil, askeri çizmeler, düğmeler, silahlıklar, rütbeler gibi yan sanayii ürünleri 
ile de geniş bir üretim alanı oluşturmuş; bu alanlar da şehrin dokusuna yeni çehreler eklemiştir. 

Prof. Dr. Önder Küçükerman, Feshane-i Amire fabrikasına ışık düşürürken oluşturduğu anlatısında 
sadece meslekten tarihçileri değil, tüm İstanbul meraklılarını da göz önünde bulundurarak, akıcı 
ve sakin bir dille, yer yer bir belgesel tadıyla, görsel malzemeler eşliğinde ilerleyen bir dünya 
kuruyor: bu dünyaya bakmak, orada olan bitenleri anlamak, kendi zaaflarımıza ve kudretlerimize, geçmişimize bakmak demek...
 

İstanbul Spor Kulüpleri Tarihi İlk Dönem Kulüpleri (1. Cilt)
İstanbul Spor Kulüpleri Tarihi İlk Dönem Kulüpleri (1. Cilt)

Tamamı üç ciltten oluşan İstanbul Spor Kulüpleri Tarihi bu alanda önemli bir boşluğu dolduruyor. Okuyucuya müthiş bir araştırmayla birlikte çok eski zamanlarda yaşanan anıları da ulaştırıyor. İstanbul’un hâlâ devam eden o çok sesliliğine, çok renkliliğine atıfta bulunuyor. Ve o canım formaların parıldayan renklerinin hikâyesiyle buluşturuyor.

Birinci ciltte hemen hiç tanımadığımız kulüpler var. İstanbul’un kozmopolit renklerinin kurdukları ilk dönem kulüpleri... Elpis, Makabi, Pera, Teutonia... Bu kulüpler ki öyle pek de aşina olmadığımız sporlar yapıyorlar; ragbi, kriket hatta beyzbol...
İkinci cilt en heyecanlısı... Şehrin üç büyük efendisini oldukça geniş kapsamlı ve detaylı bir biçimde anlatan bu ciltte merak edilen pek çok sorunun da cevabı var. Mesela “Cim Bom Bom” ne demek, “Kanarya” nereden geliyor, ya “Kara Kartal”?..
Üçüncü ciltte ise İstanbul’un paha biçilmez kıymetteki kulüpleri var. Bazıları şimdilerde maalesef çok popüler değil fakat bir vakitler sahalarda, meydanlarda fırtınalar estirirlerdi: Altınordu, Vefa, Süleymaniye... Bazıları ise hâlâ dimdik ayakta: Karagümrük, Kasımpaşa, Dârüşşafaka... Ayrıca semtlerin göz bebekleri olan kulüpler de bu son ciltte: Kadırga, Hasköy, Arnavutköy, Davutpaşa, Topkapı, Hilâl ve daha niceleri...
Mehmet Yüce imzalı İstanbul Spor Kulüpleri Tarihi, harikulâde ve pek çoğu ilk defa yayımlanan fotoğraflar eşliğinde sizleri 1847’den alıp günümüze kadar getiren sıra dışı bir yolculuğa çıkarıyor. Spor, kulüp ve sosyal tarih yolculuğuna, İstanbul’un sporla yoğrulmuş insanlarının “insana dair” öykülerini okumaya davet ediyor…
 

Genç Werther’in Acıları
Genç Werther’in Acıları

Goethe’nin 1774’te yazdığı evrensel ünüyle, bir başyapıt olan Genç Werther’in Acıları’nda genç stajyer Werther’in Charlotte’a duyduğu karşılıksız aşkın ıstırabı Goethe’nin şiirsel üslubu ve hikâyenin derinliğiyle aktarılıyor. Dönemin Alman gençleri arasında Werther idol haline gelmiş, Werther hayranlığı adeta bir bağımlılığa dönüşmüştür. Zaman zaman intiharlara bile neden olmuştur. Goethe bu eseriyle çağın aristokrat ahlakını yıkarken edebiyatta akılcılık yerine duygusallığı teşvik ediyor.
“Ziyadesiyle okunası, duygulu ve dipdiri Werther. Goethe bu olağanüstü öncü romanında mükemmel üslubu, Almancası ve içli anlatımıyla karşımıza çıkıyor.”
-J.M. Coetzee
New York Review of Books
 

ELEKTRİK VE İSTANBUL
ELEKTRİK VE İSTANBUL Elektriğin Geçmişten Günümüze Serüveni

Her biri alanında uzman on bir yazarın yazılarıyla katkıda bulunduğu Elektrik ve İstanbul, Osmanlı döneminden günümüze elektriğin İstanbul' daki yolculuğunu ve hayatımıza etkilerini, kentin elektrik üretim tesislerini, elektriği evlerimize ve işyerlerimize naklendenleri, gündelik hayatı yeniden düzenleyen elektrikli cihazları ve çok daha fazlasını anlatıyor.

Ufuk Çizgisindeki Adam Özkan Sümer
Ufuk Çizgisindeki Adam Özkan Sümer

Bu kitabın kahramanı Türk sporunun yetiştirdiği en önemli ilim ve fikir insanlarından biri; “futbol” ve “altyapı” denildiğinde akla gelen ilk ismiydi. Müstesna karakteri, mizah anlayışı, aykırı duruşu ve keskin zekâsıyla hafızalarda unutulmayacak izler bıraktı. Kitabımızın kahramanı Özkan Sümer, 80 yıllık ömrünü futbola adayan bir ustaydı.

O, şu dünyada çok az insana nasip olacak bir başarı öyküsünü yaşamına sığdırdı. Adanmışlığı, ileri görüşlülüğü ve yenilikçiliğiyle çağının ötesinde bir dehaydı.

Ufuk Çizgisindeki Adam, yalnızca Özkan Sümer’in yaşam öyküsüne ışık tutmakla kalmıyor; hayatının tanığı olan dostlarının gözünden de bir Özkan Sümer portresi çiziyor. Dahası futbol albümünün en unutulmaz fotoğraflarını da sayfalarına taşıyor. Özkan Sümer’in ülke futboluna bıraktığı mirası daha iyi anlamak ve gelecek nesillere aktarmak için bir başucu eseri.
 

İstanbul Öyküleri - 2
İstanbul Öyküleri - 2

“O gece adayı gezmeye çıktım. Ay ışığı vardı. Deniz durulmuştu. Rıhtımın kalabalığıyla iskelenin, Saat Meydanı’nın boğuntusunu arkamda bırakarak Çankaya’ya doğru yürüdüm. Faytonların tekerlek tıkırtılarına, çanlarını çalışlarına ayak uydurarak yürüdüm. Mehtap Sineması’nın önü kalabalıktı. İki Yetime oynuyordu. Film İtalyancaydı. Kalabalıktan sıyrılarak Splandit’in kubbeli yapısının karanlığına sığındım. Sinemadan uzaklaşınca Anadolu Kulübü’nün bahçesinden Celal İnce’nin sesinden bir tangonun ezgisi yankılanıyordu: 

Hülya dolu gözler
Bağlar beni kalbine
Bir ömür boyunca aradım seni
Kalbim yalnız seni sevecek
Aylar yıllar boyunca
Buna inan sen melek sevgilim”

Öyküler kentin hafızasıdır. İstanbul’un hafızasında yer etmiş nice yaşanmışlıklar hep edebiyatla, edebiyatın incelikli diliyle yüzyıllardan bugüne ulaştı ve ulaşmaya devam edecek. Edebiyatımızın usta kalemlerince İstanbul için yazılan öykü kitapları serimizin bu yeni cildinde birbirinden güzel on öyküyle okuyucularımıza yeniden “merhaba” diyoruz.

İstanbul’un içinden öykü geçmeye devam ediyor…

Fotoğraflarla ÇANKAYA
Fotoğraflarla ÇANKAYA

Türk edebiyatının ve siyasal yaşamının en özgün kalemlerinden Falih Rıfkı Atay dil işçiliği, üslupçuluğu, keskin zekâ ürünü polemikçiliği, gözlem gücü ve anlatımının 
zenginliğiyle yaşayan Türkçenin en büyük yazarlarındandır.

Atay, Millî Mücadele’yi ödünsüz bir şekilde cesaretle destekleyen ve bu mücadelenin daha en başından bir “kalem savaşı” olduğunun bilincine vararak ömrünü kalemiyle Cumhuriyet ve Atatürk devrimlerinin anlaşılmasına vakfetmiştir. Akşam’da yazdığı yazılarla Millî Mücadele hareketini ve Mustafa Kemal’i destekleyen Falih Rıfkı Atay idam istemiyle Divan-ı Harb’e verilmiştir. 10 Eylül 1922 tarihinde Anadolu’ya geçerek kalem savaşına devam eden Atay’ın ilk kez İzmir’in düşman işgalinden kurtuluşunun ardından Mustafa Kemal’le kesişen yolu Çankaya’da Gazi’nin ölümüne kadar devam etmiştir. Ömrünün sonuna kadar Atatürk ve Cumhuriyet sevdasını eserlerinde işleyen 
Falih Rıfkı Atay edebiyatımızın gelişmesine öncülük etmiş, Türkçenin yaşayan ve bağımsız bir dil olarak yerleşmesinde önemli katkıları olmuştur. 

Falih Rıfkı Atay’ın en önemli eseri olan Çankaya ilk olarak 1952 yılında Dünya 
gazetesinde tefrika edildi. Çankaya’nın birinci baskısı Dünya Yayınları tarafından 
iki cilt olarak 1958 ve 1961’de gerçekleştirilmiştir.

Cumhuriyeti var eden mücadeleyi, hissiyatı, devrimleri ve Atatürk’ün bu uğurda 
sergilediği fikir ve eylem insanı kişiliğini bütün yönleriyle eksiksiz bir şekilde kaleme alan Falih Rıfkı Atay’ın alanında klasikleşmiş yetkin eseri Çankaya özel bir edisyonla, çok özel fotoğraflarla birlikte yayımlanıyor.
 

Osmanlı İstanbul'unda Kadın
Osmanlı İstanbul'unda Kadın

Osmanlı İstanbul’unda Kadın ve Cumhuriyet İstanbul’unda Kadın farklı alanlardan ve bakış açılarından otuza yakın araştırmacının katkısıyla meydana gelmiş, alanında çığır açıcı ve benzersiz bir çalışma.

Bu iki kitaplık eserde Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde İstanbul kadını edebiyattan sanata, çalışma hayatından modaya, eğitimden hak mücadelesine, güzellik yarışmalarından sinemaya her yönüyle ele alnıyor.

Tarih, kültür, kadın ve İstanbul çalışmlarıyla ilgilenen herkesin yararlanabileceği derinlikli bir başvuru kaynağı.

“Atatürk devrimlerinin yaşama geçirilmesinin her aşamasında kadınların katılımına özen gösterilmiştir. Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi olarak benimsenmiş olan kadın erkek eşitliği günümüzde demokrasinin ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmanın temel kriteri olarak kabul edilmektedir.”
Av. Nazan Moroğlu

“Kadının siyasal toplumsal katılımı irdelendiğinde ortaya çıkan veriler, gelişim ve güncel durum açısından Türkiye’nin dünya geneliyle kronolojik, niceliksel ve niteliksel benzerlikler gösterdiğini belgelemektedir.”
Prof. Dr. Ayşegül Yaraman
 

Perde Kapanmasa Görecektiniz
Perde Kapanmasa Görecektiniz

“OYUNUMUZUN BAŞLAMASINA BEŞ DAKİKA KALDI,” DİYOR BİR KADIN SESİ, DUYUYOR MUSUNUZ? ACELE EDİN! TEMSİL BAŞLAMAK ÜZERE. BİRAZDAN AÇILIR PERDE. OTURUN ŞÖYLE RAHATÇA KOLTUKLARINIZA; GÖZÜNÜZÜ, GÖNLÜNÜZÜ, KULAĞINIZI AÇIN AÇABİLDİĞİNİZCE. TÜRKİYE TİYATRO TARİHİNDE UZUN BİR YOLCULUĞA ÇIKIYORUZ SİZİNLE. BİR ZAMANLAR TİYATROYA YÜREKTEN İNANMIŞ, VARINI YOĞUNU BU MESLEĞE ADAMIŞ, ÖMRÜNÜ SAHNELERDE, TURNE YOLLARINDA, PROVALARDA TÜKETMİŞ BİR GRUP İNSAN, GERÇEK BİR EKİP VAR KARŞIMIZDA. BU İNSANLAR, SEYİRCİLERİNE ÖYLE GÜVENMİŞLER, ÖYLE ÇOK ÇALIŞMIŞLAR Kİ, ŞU ŞEHR-İ İSTANBUL’DA KOLAY KOLAY KİMSEYE NASİP OLMAYAN BİR BAŞARIYA İMZA ATMIŞLAR, KENDİ TİYATRO BİNALARINI BİLE YAPTIRMIŞLAR. 
EVET, HİKÂYEMİZ KENT OYUNCULARI YA DA NAMI DİĞER KENTER TİYATROSU HAKKINDA. ELBETTE YILDIZ KENTER VE MÜŞFİK KENTER BAŞROLDE BU OYUNDA. AMA SADECE ONLAR DEĞİL HARBİYE’DEKİ O ANILARLA YÜKLÜ SAHNEDEN GEÇENLER. ÜSTELİK SIRF OYUNCULAR DA DEĞİL BU TEMSİLDE KARŞIMIZA ÇIKANLAR.  GİŞE MEMURUNDAN DEKORATÖRE, IŞIK TASARIMCISINDAN YER GÖSTERİCİYE HERKESİN REPLİKLERİ UÇUŞACAK HAVADA. ÇÜNKÜ TİYATRO BİR EKİP İŞİDİR. İŞTE BİZ BU BÜYÜLÜ DÜNYAYA YELKEN AÇIYORUZ. EKİP OLABİLENLERİN, ZARİF VE KİBAR İNSANLARIN, MESLEĞİNİ GÖNÜLDEN SEVENLERİN, SANATIN DEĞERİNİ BİLENLERİN YOLUNDAN GİDİYORUZ.
PERDE KAPANMASA GÖRECEKTİNİZ, KÂMRAN YÜCE’NİN ARŞİVİNDEN KENT OYUNCULARI’NIN KURULUŞ HİKÂYESİ (1959-1986), TOPLULUĞUN KURUCU EKİBİNDE YER ALAN, OYUNCULUĞUNUN YANI SIRA TİYATRONUN DERGİ, AFİŞ, İLAN, BASINLA İLİŞKİLER GİBİ İŞLERİNİ DE YÜRÜTEN KÂMRAN YÜCE’NİN KIZI DENİZ YÜCE BAŞARIR TARAFINDAN KALEME ALINDI. BAŞARIR, BU ÇALIŞMASIYLA TÜRK TİYATRO TARİHİNE ÖNEMLİ BİR KATKIDA BULUNUYOR AMA BİR YANDAN DA KENDİ KİŞİSEL TARİHİNDEN ANILAR PAYLAŞIYOR. YILLAR BOYUNCA İZLEDİĞİ KENT OYUNCULARI’NI ARŞİVLER, BELGELER, FOTOĞRAFLARLA OLDUĞU KADAR GÖZLEMCİ BİR KIZ ÇOCUĞUNUN DUYGULARIYLA DA ORTAYA KOYUYOR. PERDE KAPANMASA GÖRECEKTİNİZ’İ İSTER BİR BELGESEL KİTAP OLARAK OKUYUN, İSTER BİRÇOK TANIDIK YÜZE RASTLAYACAĞINIZ SİYAH BEYAZ FOTOĞRAFLARDAN OLUŞAN BİR AİLE ALBÜMÜ GİBİ KARIŞTIRIN YA DA SATIRLAR ARASINDAKİ BABA KIZ AŞKININ SICAKLIĞINA BIRAKIN KENDİNİZİ, TERCİH SİZİN…
O ZAMAN AÇILSIN PERDE!
 

Evvel Zaman İçinde İstanbul
Evvel Zaman İçinde İstanbul

Evvel Zaman İçinde İstanbul, dünya sahnesinin en önemli kültür kavşağında yer alan bir şehrin, İstanbul’un yazınsal ve görsel bellek kaydının küçük bir resmini sunuyor. Edebiyatın, tarihin ve sanatın aynı potada buluştuğu bir renk ve masal cümbüşü içerisinde İstanbul’un sokaklarında adım adım turlamayı vadediyor.

Evvel Zaman İçinde İstanbul, bu şehre gönül vermiş, yolu ve kalbi hep 
İstanbul’da olan yazarların kaleminden şehrin tarihine, kültürüne, insan ilişkilerine, edebiyatına, eğlence hayatına, mimarisine, sokaklarına, diline, müziğine, resmine açılmış bir pencere. Pencereden baktığınızda Evliya Çelebi’nin bol kesesinden saçtığı her hikâyeyi; Ruşen Eşref’in, Yahya Kemal’in, Ahmet Haşim’in, Abdülhak Şinasi’nin, Osman Cemal’in, Mahmut Yesari’nin edebiyatla yoğrulmuş insan ve uygarlık ilişkilerini; Ahmet Rasim’in, 
Musahipzade Celâl’in, Sermet Muhtar Alus’un ve daha nice kalem erbabının inceliklerle bezenmiş İstanbul panoramasına tanıklık edeceksiniz.
 

MİSAFİR GÖÇMEN YERLİ: Almanya’ya İşgücü Göçünün 60’ıncı Yılı
MİSAFİR GÖÇMEN YERLİ: Almanya’ya İşgücü Göçünün 60’ıncı Yılı

Bundan tam 60 yıl önce ilk gidenler geride gözü yaşlı anneler, 
çocuklar, eşler bıraktı… 

Yabancıydılar. Almanya’nın çeşitli bölgelerine dağıldılar, 
fabrikalarında çalıştılar, zorlu şartlarda barındılar…

Hem geçimlerini sağladılar hem de ekonomiye katkı sundular… 

Aradan yıllar geçti… Türkiye’ye dönenler de oldu kalanlar da… 
Anlatılan bizim hikâyemiz aslında. Hepimiz bu hikâyenin 
bir parçasıyız… 

Önce “misafir işçi”ydiler, sonra “göçmen” son olarak da 
“yerli” oldular…

İBB Yayınları göçün 60’ıncı yılında nefis bir çalışmaya imza attı. 
Yirmi üç  yazarlı edisyon kitap Misafir, Göçmen, Yerli: Almanya’ya İşgücü Göçünün 60’ıncı Yılı, titiz bir çalışmayla büyük bir boşluğu dolduruyor ve acı tatlı yaşanmışlıklara tercüman oluyor…
 

DÜNYA SİNEMASINDA İSTANBUL
DÜNYA SİNEMASINDA İSTANBUL

Sinematografı icat eden Lumière Kardeşler’in kameramanı Alexandre Promio’nun 1896’da 
İstanbul’a gelerek kaydettiği birkaç dakikalık Boğaziçi ve Haliç görüntüleriyle başlayıp günümüze kadar uzanan süreçte, “Dünya Sinemasında İstanbul” denilince muazzam bir toplam çıkıyor karşımıza. Sinema tarihi boyunca İstanbul; Boğaziçi’nden Adalar’a, Sultanahmet’ten Yerebatan 
Sarayı’na, Kız Kulesi’nden Haliç’e dünya sinemacıları için doğal bir set oluşturuyor, kamera karşısında bazen Batılı oluyor bazen Doğulu.

Elinizdeki kitap, Batı’dan Doğu’ya açılan geniş ve renkli yelpazede yabancı sinemacıların 
İstanbul’u konu edindiği beyazperde örneklerini değerlendiriyor; yönetmenlerin, oyuncuların, 
yapımcıların İstanbul’a bakış açılarını yorumluyor. Kitapta yer alan dokuz makale; casusluk serüvenlerinden gizem dolu öykülere, aşk ve romantizm dolu filmlerden komedilere İstanbul’un beyaz perdeye yansıma biçimlerini inceliyor, yedi tepeli şehrimizin dünya sinema tarihinde bıraktığı izleri takip ediyor. 

Tarzan’ın, Kont Drakula’nın, James Bond’un, Tenten’in maceradan maceraya koştuğu; Greta Garbo’nun, Peter Ustinov’un, Melina Mercouri’nin, Bernardo Bertolucci’nin, Sophia Loren’in, Burt Lancaster’ın, Alain Delon’un, Sean Connery’nin konuk olduğu; âşıkların buluştuğu ya da paha biçilmez mücevherlerin el değiştirdiği bir kent olarak İstanbul’un dünya sinemasına kattığı büyük değer, ilk kez bu denli ayrıntılı olarak ele alınıyor. 

Dünya Sinemasında İstanbul, zengin görseliyle, farklı ülkelerden sinema sanatçılarının İstanbul’a farklı bakış açılarını inceleyen, İstanbul ve sinema sevgisini çoğaltan müthiş bir başvuru kaynağı.
 

Geçmişten Günümüze İSTANBUL LEZZETLERİ
Geçmişten Günümüze İSTANBUL LEZZETLERİ

Tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış İstanbul, bugün de bu geleneğini sürdürüyor. Zaten bunca farklı kültürü bünyesinde barındırmış ve yaşatmış bir şehrin mutfak kültürünün bundan muaf olması mümkün müdür? Elbette değil… 

İstanbul’un geçmişinden günümüze taşıdığı yemek kültürü, bugün eskilerin yanına yenileri de eklenerek kocaman bir sofraya dönüşüyor. Rum, Yahudi, Ermeni mutfaklarının uzun yıllardır İstanbul’a kattıklarının yanı sıra, İstanbulluların aşina oldukları Karadeniz, Antep, Ege, Boşnak, Balkan, Kafkas, Trakya, Mardin, Antakya, Diyarbakır mutfakları gibi yerel mutfaklar da bu sofrada yerlerini alıyorlar. 

Geçmişten Günümüze İstanbul Lezzetleri, Antik Yunan ve Bizans’tan Osmanlı saray mutfağına, şehrin geleneksel yemeklerinden sonradan eklenen lezzetlere uzanan yazı ve söyleşileriyle hem İstanbul’un mutfak tarihini ele alıyor hem de bu şehrin kucaklayarak benimsediği farklı coğrafyaların mutfaklarını, alanlarının 
uzmanlarından aktarıyor. 

İster sokak lezzetlerinin tarihine meraklı olun ister İstanbul’un tatlılarına, bu upuzun sofrada hepsine ve hepimize yer var...
 

Bütün Öyküler
Bütün Öyküler

“Son zamanlarda hayatımı tekrar tekrar gözden geçiriyorum. Her şeyi mahveden o belirleyici hatayı arasam da bulamıyorum. Fakat bir hata yaptığım kesin, zira eğer uzun ömrüm boyunca canımı dişime takmama rağmen hedefime ulaşamadıysam, hedefimin gerçekleşmesinin olanaksızlığını kanıtlamış olurum. Bu durum da sonsuz bir umutsuzluğa sürükler beni. Kendi hayatında ortaya koyduğun eserleri gözden geçir!”
Franz Kafka yaşamı boyunca ürettiği yapıtlarında her zaman en çıplak haliyle en saf gerçeği aradı. Onun kurduğu dünya labirentinde bu gerçeği arayışın bir sonucu olarak ortaya çıkan “Kafkaesk” kavramıyla da bugün insanın varlığını çepeçevre saran korku ve bunalım, çevreye yabancılaşma, içinden çıkılmaz kurallarıyla bürokrasinin insan kişiliğini hiçe sayması dile getirilmektedir. 
İnsanın yalnızlığı ve kendi kendine yabancılaşmasını lirizmin doruklarında bir duyarlılıkla anlatan Kafka’nın yapıtları her zaman tuhaf, tedirgin edici ve dehşetengizdir. Tıpkı yaşam gibi.
 

Şato
Şato

Franz Kafka’nın kült eseri Şato, modern dünya edebiyatının öncü metinlerinden biridir. Yazarın 1921-1922 yılları arasında yazmaya başladığı, ancak bitirmeden bıraktığı roman ölümünden sonra arkadaşı Max Brod tarafından 1926 yılında yayımlandığında eser tüm dünyada ilgi uyandırmış; farklı felsefi, politik, teolojik okumalara kapı aralamıştır. Katmanlı yapısıyla ve sembolik biçemiyle birçok yazar ve düşünürü derinden etkileyen Şato, modern dünyada yalnızlığa ve çaresizliğe direnmeye çalışan insanı çarpıcı bir şekilde resmetmeyi başarmıştır.

Kadastro memuru olarak yabancısı olduğu bir köye giden K.’nın serüveni, iktidar aygıtının işleyiş mekanizmasının metaforik bir dille anlatıldığı bitimsiz bir mücadeledir. Franz Kafka, K.’nın yaşadığı sürüncemede şato aracılığıyla iktidarın görünür fakat erişilemez yüzünü ustalıkla cisimleştirir. Şatoya giderek içine düştüğü karmaşadan kurtulmak isteyen K.’nın karşısında her seferinde başka bir bürokratik engel belirir.

“Şato”ya ulaşmak artık bir varoluş mücadelesidir.
 

Baba’ya Mektuplar
Baba’ya Mektuplar

“Koltuğundan dünyaya hükmediyordun. Senin fikrin doğruydu, diğer herkes deli ve ucubeydi, normal değildi. Hatta kendine güvenin öyle büyüktü ki daima tutarlı olman gerekmiyordu ve buna rağmen asla yanılamazdın. Bir konuda en ufak bir fikrin olmaması bile mümkündü, böyle durumlarda konuya dair bütün olası fikirlerin istisnasız yanlış olması gerekirdi. Sonunda da geriye tek sen kalırdın. Benim için, hükmetme haklarını akıldan ziyade kendi kişiliklerinden alan bütün despotların esrarengiz niteliğini kazanmıştın.”
Franz Kafka’nın 1919 yılında kaleme aldığı Baba’ya Mektuplar babasının kendi üzerinde kurduğu baskıyı ve otoriter tavrının ruhunda açtığı derin yaraları dile getiren bir yapıttır. Kafka yazdığı bu mektubu babasına göndermek istemişse de annesinin baskısından dolayı hiçbir zaman gönderememiştir. Baba’ya Mektuplar Kafka’nın ölümünden sonra yayımlanmıştır.
 

TEPE TEPE İSTANBUL
TEPE TEPE İSTANBUL

Sait Faik “Yazmasam deli olacaktım” demişti, ben de öğrendiğim bilgileri başkalarına anlatmazsam. Önce İstanbul için kültür rotaları tasarladım. Bu rotaların pratiğini yapabilmek için arkadaşlarımı peşime takıp onlara İstanbul’u anlattım. Bir süre sonra da yüksek lisans ve doktora öğrencilerine ücretsiz İstanbul gezileri düzenledim. Öğrencilerin soracakları sorulara karşı sıkı ders çalışmam gerekiyordu. 
Bu geziler için hazırladığım notlar epeyce yekûn tutmaya başlayınca bir kitapta toplamaya karar verdim... 

― Erol Gezeroğlu

Tepe Tepe İstanbul, sokak sokak, semt semt İstanbul’un tarihsel ve kültürel varlıklarının eksiksiz bir şekilde anlatıldığı müthiş bir kültür rotası. Tarihî yapıları ve mekânları, mimari ya da teknik bilgilerden uzak bir dille, yaşanan olaylar ve anekdotlar üzerinden anlatan film tadında bir eser. Tepe Tepe İstanbul, İstanbul’u bir uçtan bir uca 
kucaklamak için tadına doyum olmaz bir okuma şöleni vadediyor. 
 

Dönüşüm
Dönüşüm

Franz Kafka’nın, öldükten sonra yakması için dostu Max Brod’a verdiği yapıtları arasında yer alan Dönüşüm, insanın terk edilişini ve yalnızlığını ölümle paylaşmasının anıtsal bir anlatımıdır.
Hiçliğin mutlak olduğu bir dünyada, korkunun karabasanında tuzağa düşmüş bireyin trajedisini anlatır Kafka. Yabancılaşmış, anlaşılmaz ve makineleşmiş bir dünyada insanın evsizliğini ustalıkla işler. Kafka’nın kahramanları hiçbir yere ait değildir. Bedensel dönüşümünü gözlemleyen Gregor Samsa, bu anlaşılmaz dünya içerisinde kendi bedenine yabancılaşır. Bedenindeki dönüşüme alıştıkça böcekleşir, böcekleştikçe de yalnızlığın o koyu ve vazgeçilmez dünyasına adım atmış olur. Artık Gregor yalnızlığını ölümle paylaşır.
Sorgulama gereği duyulmayan yaşamın kemikleşmiş kurallarına, insan ilişkilerine, toplumsal yaşayışa bir başkaldırı öyküsü olan Dönüşüm’de, güçlü bir toplum eleştirisi yapılmış ve insanın modern toplumda yabancılaşması ustalıkla işlenmiştir.
 

Orhan KEMAL
Adana'dan İstanbul'a Büyük Dönüşümün Yazarı Orhan Kemal

Öyküleriyle, romanlarıyla, kaleme aldığı film senaryolarıyla topluma ayna tutan güçlü bir yazardır Orhan Kemal. Toplumsal yapıdaki çelişkileri işleyen eserleriyle ülke gerçeklerine yönelmiş sorumlu bir aydın olarak toplumcu gerçekçi edebiyat anlayışının da en önemli temsilcilerindendir. Tarım toplumu, sanayileşmeye geçiş, çalışma koşulları, kent-köylü çatışması gibi pek çok konu onun edebiyatının merkezinde yer alır.

Yalın bir dille insana dair gerçekliği, yaşam kavgasını, toplumsal sorunları, 
bireyin kuşatılmışlığını, büyük kent karmaşası içerisindeki tedirginliğini aydınlık ve umut dolu kendine özgü anlatımıyla dile getirir. Her şeye rağmen insana olan inancını ve sevgisini diri tutan bir yazardır. Anlattıkları kadar nasıl anlattığının da bilincinde olan bir yazar olarak öykülerinin, tiyatro oyunlarının ve romanlarının yazınımızda ayrıcalıklı bir yeri vardır.

Adana’dan İstanbul’a Büyük Dönüşümün Yazarı Orhan Kemal kitabı, bu büyük yazarın romanlarını sosyolojik açıdan inceliyor. Orhan Kemal’in romancılığını Türk modernleşmesi sürecinde ele alıyor ve döneme ilişkin edebi değerlendirmesini 
ortaya koyuyor.  B. Sadık Albayrak, Bu kitabıyla Orhan Kemal’in ve eserlerinin Türkiye’nin edebiyat ve kültür haritasındaki yerini anlamak için kapsamlı, derin bir bir okumaya kapı aralıyor.
 

Milena’ya Mektuplar
Milena’ya Mektuplar

Milena’ya Mektuplar Franz Kafka’nın eserlerini Çekçe’ye çevirmesini istediği Milena Jesenska ile aralarında olan mektuplaşmalarla giderek imkânsız bir aşka sürüklenişinin hikâyesidir. Bir mektup-roman olarak da tanımlanabilecek gerçek bir aşkın satırlara yansımış ölümsüzlüğüne tanıklık eden bir yapıttır. Franz Kafka’nın bütün ruhuyla kendini adadığı bir aşk ve o aşkın satırlara yansıyan sonsuz tanıklığı.
İnsanın korkularını, kaygılarını, yalnızlığını, yabancılaşmasını benzersiz bir biçimde dile getiren Kafka’nın düş dünyasına okuru davet eden Milena’ya Mektuplar, bitmek tükenmek bilmeyen bir lirizmin büyüleyici bir başyapıtıdır aynı zamanda...
 

Dava
Dava

Franz Kafka’nın 1914 yılında yazmaya başladığı Dava, ölümünden sonra arkadaşı Max Brod tarafından yayımlanmıştır. Dava, içerdiği sembolizm ve metaforik yapısının karanlığından dolayı yazarın, üzerine en çok konuşulan romanlarından biridir. Tanrı’nın krallığından kovulmuş bir sürgünlük psikolojisini tüm eserlerinde sessiz bir çığlık olarak işleyen Franz Kafka korku, çaresizlik ve yalnızlığın hüküm sürdüğü belirsiz bir dünyanın tercümanıdır.

Modern yaşamın çelişkileri ve uyumsuzlukları tarafından kuşatılan insanı temsil eden Josef K., bir gün, ansızın, hiçbir sebep yokken tutuklanır. Sonrasında maruz kaldığı acımasız gerçekliğin ve var olamayışın eşsiz anlatımlarıyla ilerleyen Dava, gizemin ağırlığından kaçan insanın gerçek olmayan bir hayata sığınmasının hikâyesidir.
 

İsmet İnönü
İsmet İnönü

31 Mart’ı 1 Nisan’a bağlayan gece İnönü mevkilerindeki savaş Türk ordusunun 
zaferiyle sonuçlandı. Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa’ya gönderdiği telgrafta şöyle diyordu: “Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz”… 

Millî Mücadele’nin kırılma noktalarından biridir 2. İnönü Zaferi. Öyle ki İsmet Paşa’ya “İnönü” soyadı bundan ötürü verildi. 

Kitap 89 yıllık yaşamıyla, 1908’den ölümüne kadar İnönü’nün Türkiye 
tarihinde oynadığı rolü anlatmayı amaçlıyor. İnönü gerek Millî Mücadele’de gerekse çok partili yaşama geçiş başta olmak üzere Türkiye’de demokrasinin yerleşmesinde önemli bir aktördür. Türkiye’nin ilk başbakanı, Atatürk’ten sonra ikinci cumhurbaşkanı İnönü’yü kendi alanında uzman isimlerin makalelerinden ve söyleşilerden okuma olanağı sunan bu çalışma hem İsmet İnönü’nün hem de kendisinin dahil olduğu Türkiye’nin yakın siyasal tarihinin 
anlaşılmasını sağlayacak titiz, kolektif bir eser. Bugüne kadar yapılmış en kapsamlı İsmet İnönü kitabı...

İsmet İnönü’nün yaşamına hemen her yönüyle ışık tutan eserin sayfalarını çevirirken yeni bilgiler edinecek, film tadında bir eserde zamanın sisli 
sahnelerinde gezineceksiniz… 
 

TÜRK SİNEMASINDA İSTANBUL
TÜRK SİNEMASINDA İSTANBUL

İstanbul belki de dünyanın en fotojenik şehri. Yerli sinemacılar için de taşı toprağı altın bir 
şehir… Türk sinemasında başlangıcından bugüne kadar 7 bin civarında film yapıldı. Tamamı 
ya da kıyısından köşesinden bu filmlerin yüzde 80’i İstanbul’da geçti. 

İstanbul Sokaklarında, Boğaziçi Şarkısı, Sevmek Zamanı, Gurbet Kuşları, Üsküdar İskelesi, Aaah 
Güzel İstanbul, Beyoğlu’nun Arka Yakası, Adalardan Bir Yâr Gelir Bizlere, Görünmeyen Adam 
İstanbul’da, İstanbul Kan Ağlarken, Balatlı Arif, İstanbul Çiçekleri, İstanbul Kanatlarımın Altında, Laleli’de Bir Azize, Uçan Daireler İstanbul’da, Kasımpaşalı Recep, İstanbul Hatırası, Tarzan 
İstanbul’da ve diğerleri…

İstanbul’u konu edinen, İstanbul’un cadde ve sokaklarında, meydanlarında, adalarında, 
köşklerinde, gecekondularında, Boğaziçi’nde, Haliç’te geçen yüzlerce film…
 
İstanbul, başlangıcından itibaren Türk sineması için eşsiz bir doğal set oluşturdu, gecesiyle gündüzüyle benzersiz güzelliğini sinemacılarımızın hizmetine sundu. Elinizdeki kitap, 
İstanbul’un beyazperdeye yansıma biçimlerini ayrıntılarıyla inceliyor, dünyada başka hiçbir 
kente kısmet olmamış sinema zenginliğinin, sayısız filmden oluşan bir arşivin derinliklerine dalıyor. Uzman yazarların kaleminden çıkan 13 makale, İstanbul’un orta yerindeki sinemamızı 
ve sinemamızın orta yerindeki İstanbul’u renkli anlatımlarla gözler önüne seriyor.
 
Sinema sanatının İstanbul’a nasıl baktığı ve neler gördüğü konusunda bugüne dek hazırlanmış en kapsamlı, İstanbullular ve sinemaseverler için en zengin başvuru kaynağı. 

“Senin öyle gözlerin var ki… Yani göz değil, bir başka İstanbul.”
(Ver Elini İstanbul, 1962)

Dünden Bugüne İstanbul' un Tarihi Yarımada'sı
Dünden Bugüne İstanbul' un Tarihi Yarımada'sı

Tarihin her döneminde uygarlıkların kesişim noktasında yer alan önemli bir şehirdir İstanbul. Eski çağlardan günümüze uzanan zaman sürecinde çeşitli uygarlıkların birbirini izlediği İstanbul’un arkeoloji, sanat tarihi, mimari yönden en önemli bölgesi ise Tarihî Yarımada olarak tanımlanan Sultanahmet ve çevresidir.

Tarihî Yarımada’nın “Türkiye’nin kalbi olduğu” sözünün ne kadar doğru olduğunu yarımadayı tanıdıkça, inceledikçe görmek mümkün.

Arkeolog ve yazar Erdem Yücel’in ustalıkla kaleme aldığı eserinde İstanbul’un Tarihî Yarımada’sının tarihsel süreci, şehrin kuruluşu ve bu yerleşim alanındaki arkeolojik kalıntılar hakkında ayrıntılı bilgiler yer alıyor. Roma, Bizans ve Osmanlı dönemi 
eserleri ve anıtsal yapıların yanı sıra günümüze kadar ulaşamayan tarihî yapılar da bütün yönleriyle İstanbul’un Tarihî Yarımada’sı’nda titizlikle inceleniyor. 

Dünden bugüne uzanan bir uygarlığın kimlik haritasını ortaya çıkaran İstanbul’un Tarihî Yarımada’sı alanında önemli bir boşluğu dolduran yetkin bir eser. Sürprizlerle, gizemlerle dolu. O halde hep birlikte keşfe çıkalım…
 

Bisiklet Manifestosu
Bisiklet Manifestosu

Bisiklet Manifestosu’nda Yunus Emre’den Nâzım Hikmet’e, Orhan Veli’den Sait Faik’e, Fatma Aliye’den Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Salvador Dali’den Zeki Müren’e, Neşet Ertaş’tan Âşık Veysel’e dünyada iz bırakmış birçok insanı bulacaksınız. Bisikletin Bağdat’ta Şehrazat, Roma’da Spartaküs, İspanya’da Don Kişot, Galata Kulesi’nde Hezârfen, yokuşlarda Sisifos, Bolu’da Köroğlu, İstanbul tepelerinde Yahya Kemal olduğunu göreceksiniz. Küçük Prens ile ön yargılarınızı, John Lennon ile hayata dair planlarınızı, Godot ile beklentilerinizi, Themis ile adaleti sorgulayacaksınız.

Karagöz ile muhabbete, Evliya Çelebi ile keşfe, Hemingway ile şenliğe, Schopenhauer ile sükûnete, Hoca Nasreddin ile tevazuya, Prometheus ile ışığa, Dadaloğlu ile özgürlüğe davet edileceksiniz.

Bisiklet Manifestosu, 70 illüstrasyona eşlik eden 70 hikâyesiyle bisikletin sadece “bisiklet” olmadığını bir kez daha hatırlatıyor.

Bir Zamanlar Kadıköy
Bir Zamanlar Kadıköy

Bir varmış bir yokmuş...
Nâzım Hikmet, Ahmed Haşim, Halit Fahri, Faruk Nafiz, Yahya Kemal burada yaşamış, burada âşık olmuşlar, en güzel şiirleri de burada yazmışlar. O zamanlar insanlar okumayı çok severmiş. Delikanlıların kendilerine fısıldadığı dizeleri hayranlıkla dinleyen genç kızların evlerindeki kitaplıklar, okunmuş kitaplarla doluymuş. Usta kaptanların kullandığı vapurların yolcuları birbirlerine aşinaymış. O vapurların tertemiz salonlarında sohbet meclisleri kurulurmuş.
Tiyatro ve sinema salonlarıyla eğlence yerleri dillere destanmış. Üstelik Müslüman Türk kadını, ilk defa bu kültür kentinde sahneye çıkmış. Cami, kilise ve sinagog komşuymuş. Sanatçısı, futbolcusu, esnafı, hamalı, doktoru, eczacısı hep efendiden kimselermiş. Paşalar, eski kumandanlar ve saltanat mensupları köşkler, konaklar yaptırmışlar. Daha sonra Anadolu Yakası’ndaki ilk apartmanlar burada inşa edilmiş. 
Moda, Fenerbahçe, Yeldeğirmeni, Altıyol, İskele ve Çarşı’sı ile Bir Zamanlar Kadıköy varmış...
Görmeyen, bilmeyen ya da hatırlamak isteyenler için…
 

Arkeolojik Gezi Rehberi Yeraltındaki İstanbul
Arkeolojik Gezi Rehberi Yeraltındaki İstanbul

Binlerce yıldır uygarlığın gelişimine tanıklık eden İstanbul, kesintisiz yerleşime sahne olmuş bir dünya kentidir. Görülebilenlerin yanında daha nice yapı kalıntılarını yeraltında barındıran İstanbul’un mimarisinde geçmişinde yaşadığı depremler, yangınlar kadar yeni imar faaliyetleri de etkili olmuştur.
 
Arkeolog ve mimarlık tarihçisi Kerim Altuğ’un titizlikle kaleme aldığı Arkeolojik Gezi Rehberi: Yeraltındaki İstanbul, şehrin Bizans geçmişine ait mimari kalıntıların kayıt altına alınmasına yönelik uzun yıllara dayanan bir çabanın ürünüdür. Kenti, Avrupa ve Anadolu Yakası’ndaki tüm çevresiyle ele almaya özen gösteren bu uzun soluklu araştırma sürecinin sonuçları, İstanbul’un eşsiz kültürel mirasını tüm çarpıcılığıyla gözler önüne seriyor. Anıtsal yapılarla birlikte, İstanbul’un Bizans dönemindeki kentsel geçmişine dair bazıları bilinen, bir kısmı ise literatürde yer almamış mimari bulguları konumlarına göre bir arada değerlendiren çalışma, konunun uzmanlarına 
ve İstanbul’un geçmişine ilgi duyan gezginlere kılavuzluk etmek amacıyla hazırlandı. Bu anlamda bir arkeolojik gezi rehberi olma özelliği taşıyor. Tüm anıt eserler ve 
yapı kalıntılarının mimari tanımları ve tarihsel öyküleri, gezginlerce kolaylıkla keşfedilebilmelerine yardımcı olacak rotalar halinde sunuluyor.

Eser, kentin bu ihtişamlı evresine ait sunduğu bilgi kırıntılarının yanı sıra her biri bir öncekinin yıkıntısı üstünde yükselen uygarlık katmanlarını görünür kılıyor. Büyülü bir kent olan İstanbul’u adımlamak, kudretli imparatorların ve sultanların ayak izlerini 
takip ettiğinizi hissettiriyor. Arkeolojik Gezi Rehberi: Yeraltındaki İstanbul, devasa bir yapboza benzeyen tarihin bu en uzun hikâyesini, Kentlerin Kraliçesi’nin kadim geçmişinden bize kalan izleri keşfetmeye davet ediyor.
 

Fatma Girik
Fatma Girik

Fatma Girik, Türk sinemasında ağırlıklı olarak anne, köylü ve kentli kadın rolleriyle dikkat çeker. Canlandırdığı tiplemelerde güçlü veya erkeksi kadın ya da ezilen kadın olarak görebiliriz onu. Ama hangi rolde olursa olsun oyun biçimi gerçekçidir ve ezilmeyi reddeder.
Haksızlıklara karşı koyan, cesur bir kadındır Fatma Girik. İzleyici üzerinde bıraktığı izlenim “hayatın kötülükleriyle karşılaşmış ama yılmamış, mücadeleci bir kadın” etkisidir… Sinemaya adım attığı ilk günden bugüne memleket insanının sevgisini kazanmış sanatçılarımızdandır Fatma Girik. Yaşamına 200’ün üstünde sinema filmi ve dizi film sığdırdı. Canlandırdığı her rolle toplumun sesi oldu.
Kimi zaman Ezo Gelin kimi zaman Kanlı Nigâr kimi zaman da Şoför
Nebahat oldu. Toplumsal sorunları takip eden, emekçinin, ezilenin ve halkın yanında olan bir sanatçıydı. Düşlerinin peşinde koştuğu bir yaşamdı onunkisi. Siyasete de atıldı, hizmet etti, ama düşüncelerinden hiçbir zaman taviz vermedi…
Fatma Girik kitabında usta sanatçının yaşam öyküsü, sinema kariyeri, filmografisi, siyasi çalışmaları, yaptığı televizyon programı ve özel yaşamı yer alıyor. Fatma Girik, kolektif güçlü içeriği ve zengin görsel arşiviyle bugüne kadar yapılmış en kapsamlı eser olma özelliğini taşıyor.

İstanbul'un Kuşları
İstanbul'un Kuşları

İstanbul, Batı Paleartik bölgede yer alan en önemli kuş göç yollarından birinde bulunuyor. Bu yolu ilkbahar ve sonbaharda leylekler, pelikanlar ve gündüz yırtıcıları gibi süzülen kuşlar 
ile ötücü kuşlar; kışın da su kuşları göç güzergâhı olarak kullanır. İstanbul Boğazı’nda her yıl ilkbahar ve sonbahar aylarında yüz binlerce kuş Afrika ve Avrupa kıtaları arasında gidip gelirken; kentin gökyüzünü, ormanlarını, çayırlarını, tarlalarını, sulak alanlarını ve deniz kıyılarını şenlendirirler. 

Tarihi binyıllara dayanan kadim kent İstanbul’un bu şenlikli gökyüzüne ait ilk yazılı kayıtlar ancak 1548 yılına kadar inebiliyor. 
İstanbul’un Kuşları, günümüze kadar kaynaklara ve bilimsel veri tabanlarına geçmiş 397 kuş türünü tüm detaylarıyla anlatıyor. 
Bu rakam, Türkiye’de gözlemlenen toplam 486 kuş türünün yaklaşık yüzde 80’ine denk geliyor.

İstanbul, doğası ve canlılarıyla hayatta kalmak için direniyor. 
Bu kadar zengin biyoçeşitliliğe sahip alanların korunması tüm paydaşların öncelikli görevleri arasında yer almalıdır. İstanbul’un doğasını ve kuşlarını tanımak, onları korumanın da en önemli adımı olacaktır. İstanbul’un Kuşları, İstanbul’un gökyüzünde uçmuş tüm kuşlarını tanıtan, kentin doğasını anlatan temel bir kaynak olarak hazırlandı. Sizi bu eserle, kanat takıp gökyüzünde İstanbul’un kuşlarına eşlik etmeye davet ediyoruz…
 

Hayallerde Kalan İstanbul
Hayallerde Kalan İstanbul

Tarih boyunca İstanbul’un farklı köşeleri için planlanmış, hatta bazılarının inşasına da başlanmış ama gerçekleş(e)memiş onlarca mimari eser, şehirde olmasa da bu kitapta hayat buluyor. 
Dünyanın dört bir yanındaki farklı arşiv ve koleksiyonların tozlu raflarında sıkışıp kalmış, bir dönemin hayalleri, büyük projeleri bugün gün yüzüne çıkıyor. Sarayları, köprüleri, anıtları, camileri, kiliseleri, sinagogları, müzeleriyle hayallerde yaşayan İstanbul da en az sahip olduğumuz İstanbul kadar renkli ve zengin bir yapıya sahip. Hayallerde yaşayan bu şehir, günümüz İstanbul’una ve tarihine yeni bir bakış açısı sunuyor.

Hayallerde Kalan İstanbul, şehrin ne kadar dinamik olduğunu belgeliyor ve sizi hayallerde kalan renkli bir dünyada gezintiye çıkarıyor…
 

Boğaziçi Yalıları
Boğaziçi Yalıları

Ünlü gezgin Théophile Gautier (1811-1872) Boğaziçi’ni şöyle anlatır:

“Birbirini izleyen, birbirlerinden pek az farklarla ayrılan bütün bu köyleri teker teker anlatmak çok uzun olur. Nürnberg oyuncak kutularındaki küçük köylere benzeyen boyalı ahşap ev dizileri, rıhtımlar boyunca uzanıp, hamla için yol almadığı yerlerde ayaklarını denize batırmışlardır. Bu evler, aralarından tebeşir beyazlığında minarelerin fışkırdığı zengin yeşillikle bir fon üstünde belirirler. Daha yukarılarda da tatlı yokuşlu sırtlar, gökten inen mavimsi ışık altında yükselirler. Kimi zaman kişi, bu görünümler karşısında 
daha sarp bir sırt, daha çıplak bir yar, toprak cildini delen bir kayanın kemiğini arar, görmek ister. Ne var ki bu görünenler, fazla zarif, fazla şenlikli, fazla süslü ve iyice taranmış. Şurada değerlendirilecek birkaç kesim, şiddetle belirli fırça vuruşları gerek.”

Boğaziçi yalıları, Boğaziçi’nin ilginç tarihine tanıklık eden güzide yapılar. 
Sadece bu kadar mı? Değil elbet. Gezginlere, edebiyatçılara, sanatçılara, 
müzisyenlere, sade vatandaşa kısaca hemen herkese ilham veren ve hayal kurmasını sağlayan ressamın elinden çıkmış müthiş bir yağlı boya tablo 
âdeta… Erdem Yücel dört bölümden oluşan ve yıllarca üzerinde çalıştığı 
eserinde tarihe önemli notlar düşüyor. Geçmişten günümüze Boğaziçi yalılarının tarihini anlatırken uyarmayı da ihmal etmiyor. 

Boğaziçi Yalıları ilginç hikâyeleriyle elinizden düşüremeyeceğiniz bir rehber… 
 

ÂŞIK VEYSEL
ÂŞIK VEYSEL

Büyük halk ozanı Veysel Şatıroğlu nam-ı diğer Âşık Veysel... Bu memleketin sazı, sözü, vicdanı. Bugüne taşıdığı evrensel şiirleri ile her türlü ayrıstırmaya ve ötekileştirmeye karşı karanlıkta bir ışık... UNESCO vefatının 50’nci yıldönümünde 2023 yılını Âşık Veysel’i anma yılı olarak belirledi.

Şiirlerinde yansıttığı vatanseverlik, hoşgörü, yaşama sevinci ve sevgi mesajlarıyla

hem kendi dünyasını hem de bugünü aydınlatmasını gerekçe gördü. Topluma bu konularda uzun yıllardır yol gösteren büyük ozanı elbette dünyanın da görmesi ve anlaması zor değildi...

Yedi bölümden oluşan Âşık Veysel kitabı bugüne kadar bu konuda hazırlanmış

en kapsamlı kolektif bir eser. Büyük emek harcanan Âşık Veysel kitabı onun ölümsüz varlığı için göz nuru ile kalem oynatan eğitimci, araştırmacı, sanatçı ve yazarların kısacası Âşık Veysel dostlarının toplumumuza ve dünya insanlığına yeni bi armağanıdır. Gönüllerin tercümanı olan Âşık Veysel bu kitapla yannlara

bir kez daha sesleniyor...

Köy Enstitüleri
Köy Enstitüleri

“Vatanın dağlarında, bayırlarında ve kırlarında hatta en ücra yerlerinde kendi kendine 
açıp solan çiçek bırakmayacağız…” 
— Hasan Âli Yücel 

“Elimden gelse bütün dünya okullarının programlarına ‘insanın insanı sömürmemesi’ adlı 
bir ders koyardım…” 
— İsmail Hakkı Tonguç

Köy Enstitüleri’nin kurucusu iki efsane ismin bu anlamlı sözleri nasıl da her şeyi özetliyor… 

Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940’ta TBMM’de kabul edilen bir yasayla memleketin evrensel 
pedagoji dağarcığına armağan edilen bir Cumhuriyet projesiydi. Köy Enstitüleri yoksul köy çocukları ve özellikle kız çocukları için “pozitif ayrımcı” eğitim kurumlarıydı. Bilimsel bir yöntemle kurulmuştu ve “Eğitimde Adalet” düşüncesini benimsemişti. Köy Enstitüleri “laik, demokratik, bilimsel, karma eğitim”in özgün kurumlarıydı. Dayanışmayı prensip edinmişti. Öğrencilere verdiği teknoloji eğitimi ve kazandırdığı teknik beceri hayatla bütünleşebiliyordu. Özgün, nitelikli öğretmen yetiştirmenin kurumlarıydı…

1946 yılında Köy Enstitüleri’nin temel kazanımları yok edildi, 1950 yılında da karma eğitime son verildi. 1954 yılında ise tamamen kapatılarak İlköğretmen Okulları’na dönüştürüldü.

İBB Yayınları’ndan çıkan Köy Enstitüleri, değeri şimdilerde daha çok anlaşılan bu Cumhuriyet 
kazanımını yeni kuşaklara aktarmayı amaçlıyor. Bu eser; eğitimin niteliğini kaybettiği, 
insan hakkı olduğu gerçeğinin örselendiği, eğitimde adaletsizliklerin, eşitsizliklerin yaşandığı günümüz ülke koşullarında kültür ve düşün dünyasında aydınlığa açılan bir kapı olacaktır… 
 

İstanbul' un Deniz Canlıları
İstanbul' un Deniz Canlıları

İstanbul’un Deniz Canlıları, “Nasıl bir kaynak kitaba sahip olmak isteriz?” sorusundan yola çıkılarak, eşsiz sualtı canlılarının inanılmaz öyküleriyle büyülenmiş bir yazar ve fotoğrafçı tarafından hazırlandı. Kitapta, İstanbul denizlerindeki tüm canlıları temsil eden balıklar, kıkırdaklılar, algler ve süngerler gibi 13 farklı guruptan 331 tür sualtı canlısı yer alıyor. Bu haliyle, İstanbul’un bin yıllardır denizle olan ilişkisini detaylarıyla anlatan bir belgesel eser olma özelliği taşıyor.

Kitabın içerisindeki deniz canlılarına ait fotoğraflar İstanbul’un Karadeniz, Avrupa ve Anadolu kıyıları, İstanbul Boğazı, Prens Adaları, İzmit Körfezi, Güney Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı kıyılarına ait. Toplamda 15 senelik gözlemler, bilimsel okumalar, belgesel çalışmalar, video röportajlar ve 250’nin üzerinde dalışın ürünü olan bu fotoğraflar, deniz yüzeyinden 55 metreye varan bir derinlik aralığında, deniz canlılarının mümkün olan her anına tanık olabilmek adına, gün ve gecenin farklı saatlerinde çekildi.

İstanbul’daki yaşamı besleyen tüm canlıları tanıdığımız ve koruduğumuz sürece bu şehirde var olacağız. Çünkü iklim krizi, istilacı canlılar, insan kaynaklı kirlilik korkutuyor. Sanayi ve tarımsal atıklarla baskı altında olan Karadeniz ve Marmara Denizi’yle ilgili eğer yakın zamanda acilen önlem almazsak İstanbul elimizden kayıp gidecek. Bu nedenle sadece Marmara’ya değil tüm denizlerimize bakışımızı değiştirmemiz; denizleri tanımaya, sevmeye ve korumaya başlamamız gerekiyor. Titizlikle hazırlanan İstanbul’un Deniz Canlıları, denizlerimize ve İstanbul’un deniz canlılarına dikkat çekiyor…
 

İstanbul Hakkında Her Şey
İstanbul Hakkında Her Şey

2010 En İyi Turizm Yayını Ödülü

Tonguç’un İstanbul’a rehberlik yapan kitabında, ibadethanelerinden saraylarına, müzelerinden yalılarına kadar yeni bilgiler ve çalışmalar yer alıyor.
Doğan Hızlan

Saffet bir desibel sihirbazıdır. Bir insana bir mekânı, bir tabiatı, bir tarihi hangi desibelde, hangi ses tonuyla anlatılmak gerekir sanatını en iyi bilen insandır. Saffet bir detay ressamıdır. Bu dünya cennetinin güzelliklerinin ayrıntıda saklı olduğunu bilen, gösteren insandır. Saffet bir gönül psikiyatrı, bir asri zamanlar hikayecisidir. Saffet rehber değil, yol arkadaşıdır. Onunla bir yeri gezmek, Marco Polo’yla kol kola volta atmaktır.
Ertuğrul Özkök

SANA HİKAYE GELİYOR
SANA HİKAYE GELİYOR

Atletizmden boksa, eskrimden futbola farklı dallarda kazandıkları başarılarla spor tarihimizde kendilerine yer bulan kahramanlar; bu kitapta, kısa ömürlerini hepimiz gibi aşkla, acıyla, özlemle ve birbirinden ilginç serüvenlerle geçirmiş birer özne olarak karşımıza çıkıyor.

“Uçan Büyükanne” Melahat Aksel’den Sabri Mahir’e, Beykoz’un kalbi İbrahim Kelle’den Trabzon delikanlısı Krino Kafato’ya ve daha birçok isme… Erken Cumhuriyet döneminden 25 sporcu 25 portre… Sevecen Tunç bir tarihçi titizliğiyle, az bilinen ya da hiç bilinmeyen hikâyeleri yeniden inşa ediyor, sporun bu yıllarda üstlendiği bireysel ve toplumsal işlevleri gün ışığına çıkarıyor.

Spor tarihimizde bir zaman yolculuğu yapmak ister misiniz? Sana Hikâye Geliyor: Memleket Sporundan Öncü Portrel
 

Seçkinler Kitabı Kitab-ı Ekabir
Seçkinler Kitabı Kitab-ı Ekabir

Bir milletin en gerçek tarihi, onun şiirinin tarihidir. Anadolu Türk devletlerinin tarihini, gizli biçimde olsa bile, bu coğrafyada yaşamış ozanlarımızın eserlerinde bulabiliyoruz.

Seçkinler Kitabı Türk kültür tarihinin özgün metinlerinden divan şiiri alanından özenle seçilmiş dizeleri kapsıyor. Bu amaçla, Selçuklular dönemini de kapsayacak biçimde; divan edebiyatından binlerce şiir arasından özenle seçilmiş dizelerle şiirin sonsuzluğunda bir yolculuk vadediyor. 

Seçkinler Kitabı’nda 700 yıllık bir süreçten damıtılarak elde edilmiş gazellerden, kasidelerden, rubailerden en güzel söylenmiş mısraları, beyitleri, kıtaları bir arada bulacaksınız. 

Divan şiiri geleneğinin son büyük şairi Yahya Kemal bakın ne diyor:

Eslaf kapıldıkça güzelden güzele
Fer vermiş o neşveyle gazelden gazele
Sönmez seheri haşre kadar şi’r-i kadim
Bir meşaledir devredilir elden ele

Geçmişten bugüne taşınan bu zengin birikimi, Hoca Dehhanî’den Yahya Kemal’e kadar uzanan 700 yıllık süreci yeniden kültür âlemimize sunuyoruz.
 

den

g

Çelik Kale Çanakkale
Çelik Kale Çanakkale


19 Şubat 1915’te başlayan ve 9 Ocak 1916 tarihinde sona eren Çanakkale Muharebeleri 325 gün sürdü, yarım milyona yakın asker savaş dışı kaldı. Savaş; yalnızca savaşan taraflar açısından değil, insanlık tarihi açısından da dünya siyasi ve askerî tarihinde önemli izler bıraktı. İtilaf blokundaki en büyük yarayı “yenilemez” olarak nitelendirilen İngiltere aldı. Akabinde İngiltere dominyonlarında sorulan “Neden?” ve “Kimin için?” savaşıldığı soruları bağımsızlığa giden süreci tetikledi. Osmanlı Devleti özelindeki olumlu ve olumsuz sonuçları ise Anadolu coğrafyasında çok uzun süre hissedildi. 

Çanakkale Muharebeleri’nde yetişmiş insan kaybının yarattığı sonuçlar Türkiye 
Cumhuriyeti’nin kurtuluş ve kuruluş sürecinde de kendini gösterdi. Bununla birlikte yarattığı özgüven, mücadele azmi, birlikte başarma arzusu Millî Mücadele başta olmak üzere en zor anların referans kaynağı oldu. Öyle ki İstiklal Harbi’nin en zor anlarında TBMM’de Çanakkale’ye atıf yapılmış, Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Atatürk’ün Kemalyeri’nde yarattığı başarının şimdi Anadolu’da sürdürüleceği vurgulanmıştı. 

Çelik Kale Çanakkale otuzdan fazla yazarla bir buçuk yılda hazırlandı, dört tematik konu üzerinde kurgulandı: “Deniz Muharebesi”, “Kara Muharebesi”, “Cephe Gerisi” ve “Zaferin Yansımaları”. Türk tarihine altın harflerle yazılan bu zaferin arka planında yaşananlar detaylarıyla anlatıldı. Kapsayıcı özelliğiyle dikkat çeken Çelik Kale Çanakkale çok az bilinen havacılık faaliyetleri ve zaferin kahramanlarına ayrı bir yer ayırdı. Tarihin seyrini değiştiren Çanakkale Muharebeleri’ne şimdi bir başka gözle bakacaksınız… 
 

DENİZLERE ÇIKAN SOKAKLAR
Türkiye’nin 68’i: DENİZLERE ÇIKAN SOKAKLAR

1968 tüm dünyada özgürleşme ve değişim talebinin sokağa taştığı bir tarihsel dönemi anlatır. Bu durumdan Türkiye’nin etkilenmemesi de düşünülemezdi. Sonuçta yakın tarihimizde müthiş izler, olaylar, insanlar ve heyecanlar bıraktı. Bu kitap ilk kez farklı boyutlarıyla Türkiye’nin 1968’ini, anıları, bilinen ve isimsiz kahramanlarıyla anlatıyor. 1968 Türkiye’sini eylemden tartışmalara, sanattan mizaha, kadınların mücadelesinden basına, ekonomisinden sağın 68’e bakışına kadar çok geniş bir perspektifle ele alıyor. Ve 1968 sürecinin sonraki yıllarda Türkiye siyasetine etkilerini tartışıyor.

Cumhuriyet tarihinin en dinamik dönemlerinden biriydi. Dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç bu dönemi şöyle özetliyordu: “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmenin önüne geçti. Türkiye hiçbir zaman sokağa bırakılamaz.” Doğruydu. Halkın, gençliğin ve işçilerin sosyal uyanışı Türkiye’de dev bir dalga yaratmış; sokaklar boykot, direniş, işgal, anti-emperyalist gösterilerle altüst olmuştu. Bu dalganın en ucunda öğrenci gençlik vardı. “Sosyal uyanışın” yarattığı tedirginlik ve korku nihayetinde muktedirlerin gerçekleştireceği 12 Mart askerî darbesiyle sonuçlanacaktı.

O darbenin başlıca hedefi; eşitlik, özgürlük, bağımsızlık ve nihayetinde devrim için mücadele eden gençlikti. Gençlik önderleri idam, infaz, işkence ve cezaevleriyle ezilmek istendi. Tam 50 yıl önce o hedefteki liderlerden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildi. “Dar Ağacındaki Üç Fidan” tarihin bu en çalkantılı döneminin simgelerine dönüştü.

İlk kez dönemin gençlik liderleri, tarihçiler ve araştırmacılar, bütün boyutlarıyla 50 yıl öncesindeki o büyük dönüşümü ele alıyor. Türkiye’nin 68’i: Denizlere Çıkan Sokaklar, bugüne kadar hazırlanmış en kapsamlı eser olma özelliğiyle o yıllara bir saygı duruşu niteliği de taşıyor…
 

KÖYLERİYLE İSTANBUL
KÖYLERİYLE İSTANBUL

İstanbul, hiç şüphesiz kadim ve müthiş tarihiyle dünyadaki en özel şehirlerden biridir. Büyük ve doğal bir liman olma özelliğiyle ticaret ve sanayi şehridir de. Fakat unutmamak lazım ki İstanbul aynı zamanda bir tarım kentiydi. Yüzyıllarca meyve, sebze ve birçok tarım ürünü şehrin merkezine, çeperinde bulunan bu köylerden taşındı. Hayvancılık da keza çok makbuldü. Yıllar yılları kovaladı ve İstanbul halkının gıdadan ısınmaya kadar türlü ihtiyacını sağlayan köyler, zamanla milyonluk nüfusa ulaşarak ilçelere dönüştü ve köy ifadesi sadece isimlerinde kaldı. Bazıları iktisadi, sosyal ve kültürel değişimlere rağmen günümüzde hâlâ köy olarak varlığını koruma çabasını sürdürüyor.

Köyleriyle İstanbul bu konuda bugüne kadar hazırlanmış en kapsamlı eser. Kitap gerçek köy statüsünde olan yerleşim yerlerini hikâyesiyle ele alırken bir zamanlar sadece “köy” olarak geçen şimdilerin büyük ilçelerini anlatıyor. Bir yandan değişimin tarihsel izlerini sürerken bir yandan da geçmişte verimli topraklarında yetişmiş lezzetli ürünleri, iz bırakmış edebiyatçıları, Türk sinemasına dekor olmuş mekânları ve bisikletle gezilebilecek rotaları da ele alıyor.

Köyleriyle İstanbul bugün sayısı gittikçe azalan gerçek manadaki İstanbul köylerinin varlığının önemine dikkat çekiyor ve bu köylerin hikâyesini gelecek nesillere aktarmaya gayret ediyor. Haydi o zaman İstanbul’un dün ve bugündeki köylerinde bir gezintiye çıkalım…
 

TÜRK HAVACILK TARİHİ
TÜRK HAVACILK TARİHİ Doğuşu ve Gelişimi

Havacılık, göklerde özgürce uçan kuşlara öykünen insanlığın ortak birikimiyle doğdu. İnsanların ayaklarının yerden kesilebileceği düşüncesi tarihsel süreç içinde bilimsel gelişmelere bağlı olarak değişikliğe uğradı ve ilerleme kaydetti.

26 Nisan 1912 tarihinde ise Türk pilotları İstanbul göklerinde kanatlandı. Türk havacılığının doğuşunun gerçekleştiği İstanbul, havacılık tarihimizin önemli olaylarına da tanık olmuş bir kenttir. 

Doğuşu ve Gelişimi: Türk Havacılık Tarihi, 12. yüzyıldan itibaren Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanan havacılık tarihimize mercek tutuyor. Ayrıca sinemamızda, karikatürlerimizde ve edebiyatımızda havacılık konularını da popüler bir bakışla inceliyor…

Geçtiğimiz yüzyılın başında art arda gerçekleşen savaşlarda bütün imkânsızlıklara rağmen bir avuç tayyarecinin gösterdiği onurlu mücadelenin öyküsünü ve Cumhuriyet’in ilanı sonrası Türk semalarını Türk yapımı uçaklarla koruma çabasını da anlatıyor. 
 
Havacılık tarihimizin önemli uçuşlarına ve pilotlarımızın cesaretine tanıklık edeceksiniz. Çelik kanatlarla iz bırakan cesur tayyarecilerimizle memleket semalarında uçmaya hazır mısınız?
 

 100+ İstanbul’dan 100 Yaş Üstü 40 İnsan Hikâyesi
100+ İstanbul’dan 100 Yaş Üstü 40 İnsan Hikâyesi

“Güzel yaşadım… Her şeyi yedim içtim, gezdim. Oturacak mıydım?”
— Ayşe Güler Altuğ

“91 yaşına kadar tenis oynadım, beş birinciliğim var. 80 yaşında, 80 üstü yaş grubunda millî oldum.” 
— Kemalettin Muammer Orbay

“Bu yaşıma kadar gelebilmek mutlu yaşamamın bir sonucu belki de. Ailemin mutluluğunu 
görmek yaşama gayreti veriyor. Allah’a şükür. İyilik yapın, balık bilmezse halik bilir.” 
— Hayriye Günsel Madanoğlu 

“Ağır ağır yemek yerim ve çok da yemem. Kızartma yemem, akşam geç saatte yemem. Saat 22.00’de yatarım. Ama her zaman hareketli biriydim, hâlâ da yürürüm. Her gün gazetemi okurum, internetten de takip ederim haberleri, modayı. Kendinize bakın, düşmeyin ve ağır kaldırmayın. Gençlere vasiyetim bu.” 
— Fatma Nazmiye Sınırgeçti 

“Sabretmek, iyiyi dilemek gerek. Her şeyin başı sabır. Biz isyan ediyoruz ama her 
akşamın bir sabahı var. Sabah kalkıyorsun güneş var. Muhakkak bir aydınlık gelecek.” 
— Aliye Çiloğlu

Elinizde tuttuğunuz kitapta 100 yaşını görmüş ve hatta aşmış İstanbul’dan 40 isim, 
40 mucize ve onların müthiş hikâyesi var… Onlar iki dünya savaşını, Osmanlı’nın son yıllarını, İstiklal Savaşı’nı, Cumhuriyetimizin kuruluşunu, savaşları, barışları, sayısız 
siyasi krizleri gördüler. Memleket tarihine tanıklık ettiler. Mutluluğu da tattılar 
mutsuzluğu da… 100 + akıp giden hayat mücadelesinde bugünü inşa eden bir neslin 
son temsilcilerini aktarıyor… 
 

İSTANBUL ÖYKÜLERİ 4 FANTASTİK
İSTANBUL ÖYKÜLERİ 4 FANTASTİK

Fantastik, modern insanın zihinsel evriminde bambaşka dilsel oluşlara, geriye dönük kurgulara nefes veren arkaik bir dünyanın ifadesidir. Gerçekle gerçek-dışının ara dünyasında yazınsal tüm deneyimlerin soluk aldığı bir nedenler ve etkiler zinciri tarafından dayatılmış determinist dünya tasavvurunun dışında var olur fantastik. Çünkü fantastik, her şeyden önce, arkaik bir dünyada rasyonel ile irrasyonelin çatışmasından doğan bir çatlaktır.

İstanbul için yazılan öykü kitapları serimizde bu defa fantastik edebiyat türünde kaleme alınmış birbirinden güzel on öyküyle okurlarımıza yeniden “merhaba” diyoruz.  

İstanbul’un içinden öykü geçmeye devam ediyor… 
 

HER YÖNÜYLE EKMEK
HER YÖNÜYLE EKMEK

Ekmek sadece ekmek değildir. Bir besinden çok daha fazlası, bir evren algısı, uygarlık formudur. İçinde yaşadığımız dünya bütün kültürel kodlarıyla ekmek uygarlığıdır. İnsanlık tarihinin her anında ekmeğin biçim vermediği bir iş birliği, dönüşüm ve her şeyi içine alan bir yaşama biçimine rastlamamak mümkün değildir.
Bir toplumun mayasında ne varsa onu yansıtır ekmek. Onu sadece besin kaynağı olarak görmek yeterli değildir. Bazıları için kişisel bir değer bazıları için de ortak bir geleneği temsil eden sofraların vazgeçilmezidir. Onunla birlikteliği hatırlarız, aynı lokmayı bölüşmeyi, paylaşmayı, saygının ve sabrın zahmetini...
Bazen de ekmeğin kavgasına tutuşuruz, haksızlıklara uğrasak bile ekmeğimize sahip çıkarak ona atıfta bulunuruz. İnsanca yaşamanın, yaşam mücadelesinin, emeğin ve dostluğun sembolüdür ekmek. Her Yönüyle Ekmek, mitolojiden başlayarak ekmeğin tarihteki yerini günümüze kadar derinlemesine ele alıyor. Ve bunların dışına çıkıyor; sosyoloji, felsefe, sanat ve edebiyattaki yansımalarını okuyucuya sunuyor.
Her Yönüyle Ekmek elinizden düşüremeyeceğiniz bir eser…
 

İSTANBUL'UN NAM SALMIŞ HAYVANLARI
İSTANBUL'UN NAM SALMIŞ HAYVANLARI

İstanbul, mitolojide de hayvanlarıyla anılan nadir şehirlerden biridir. Tarihin her döneminde sokaklarında hayvanların dolaştığı, gökyüzünde kuşların uçuştuğu, denizlerinde meşhur balıklarının gezindiği bir şehir oldu. Her birinin ayrı bir hikâyesi ayrı bir gönül bağı vardır İstanbul’la. Kimi yanlışlıkla yolunu şaşırıp Boğaz’ın sularında bulmuş kendini kimi de rüzgârın şiirine takılıp yepyeni şarkılar mırıldanmış İstanbul semalarında. Ama her seferinde de İstanbullu ile bir olmuş, yâren olmuş. İstanbul’un Nam Salmış Hayvanlar’ını okuduktan sonra balıkçı tezgâhlarının önünden geçerken adımlarınız değişecek. Zira eğer palamut olmasaydı İstanbul diye bir şehir olmayacağını biliyor olacaksınız. Bazen bir balinayla Kraliçe Thedora’nın gemilerinden birine kuyruk vururken bulacaksınız kendinizi bazen de bir martının kanadından izleyeceksiniz İstanbul’un yıllar içinde nasıl değiştiğini. Sokak köpeklerinin Hayırsızada’da çektikleri acılara ortak olurken, vicdanınızı ve insanlığın yeryüzündeki varlığını sorgulayacaksınız. Kedilerin Türk edebiyatına olan katkılarını okurken İstanbul’u salgın hastalıklardan korumak için gösterdikleri çabaya şapka çıkartacaksınız. İstanbul’da heykeli dikilen hayvanların öyküleri ruhunuzu sararken “Keşke…” diyeceksiniz. Keşke daha fazlası olsaymış…”

Entelektüel Bir Osmanlı Padişahı FATİH SULTAN MEHMED
Entelektüel Bir Osmanlı Padişahı FATİH SULTAN MEHMED

Tarihin en kudretli hükümdarlarından biri olan Fatih Sultan Mehmed, askerî ve siyasi başarılarının yanında aynı zamanda sanatçıların hamisi; büyük bir kanun adamı, astronomi ve coğrafya bilen, bilim ve felsefe tutkunu, resim ve heykele ilgi duyan entelektüel bir kişiliğe sahipti.
Bugüne kadar Fatih Sultan Mehmed hakkında yapılan çalışmalarda kültür ve zihniyet tarihi genelde ihmal edilmiştir. Entelektüel Bir Osmanlı Padişahı: Fatih Sultan Mehmed, alanında uzman yazarların kaleme aldığı, üç bölümden ve on sekiz yazıdan oluşan kolektif bir eser. Kitapta; Fatih Sultan Mehmed’in kurduğu sistem, entelektüel kişiliği, kadim uygarlıklara olan ilgisi, ilim adamlarına ve âlimlere karşı yakınlığı, şair kimliği, şairleri ve âlimleri himaye konusunda gösterdiği gayreti, kütüphanesinde bulunan eserler, okuduğu kitaplar, Bizans entelektüellerinin yanı sıra İtalyan sanatkârlarının ve ilim adamlarının Fatih’e bakışı gibi konular ana hatlarıyla ele alınıyor.
Sahn-ı Seman Medreseleri, Fatih devrinde Osmanlı hukuku, Osmanlıların savaş teknikleri ve askerî teknolojisi, dönemin şehircilik ve mimari anlayışı, İstanbul’da ilk yerleşimler, Fatih devrinin sosyal hayatı, gündelik yaşam ve tarih yazımı konuları da yetkinlikle ele alınan diğer başlıklar.
Entelektüel Bir Osmanlı Padişahı: Fatih Sultan Mehmed tarihin seyrini değiştiren bir dünya liderinin eksiksiz ve farklı bir açıdan portresini sunuyor.
Dünü ve bugünü anlamak için…
 

İSTANBUL ÖYKÜLERİ 3 BİLİMKURGU
İSTANBUL ÖYKÜLERİ 3 BİLİMKURGU

Bilimkurguda alegoriler, ütopyalar, hayal edilmiş alternatif evrenler, kıyamet anlatıları, tuhaf yolculuklar, parodiler ve teknolojik-sosyolojik değişimin örgütlediği her türden sürecin dramatize edildiği bir kurgu dünyası mevcuttur. 

Bilimkurgu geleceğe yönelik tekno-bilimsel spekülasyonlara dayanır. Yenilikçidir, hayalcidir ve tüm teknik-bilimsel gelişmelerin de önündedir. Her zaman bir adım önde olma zorunluluğu vardır. 

İstanbul için yazılan öykü kitapları serimizde bu defa bilimkurgu türünde kaleme alınmış birbirinden güzel on öyküyle okurlarımıza yeniden “merhaba” diyoruz.  

İstanbul’un içinden öykü geçmeye devam ediyor… 
 

Öyküleriyle İstanbul Meydanları
Öyküleriyle İstanbul Meydanları


Bir arada olabilmenin simgeleri vardır kentlerde. Meydanlaronlardan biridir ... Meydanlar İstanbul'un renkli resimleridir.
Kentin geçmişten günümüze taşınan öyküsüdür. Bir buluşma,toplanma alanı olduğu kadar kentin ulaşım, ticaret ve alışverişmerkezleridir de. Meydanların bir özelliği de kültürel, sanatsal,eğlence ve gezi alanlarını kapsıyor olmasıdır. Meydanların çoğu,adını bulunduğu semtten almıştır. Kimileri de adlarını yanındaki tarihi anıtsal yapılardan. Öyküleri de onlardan kaynaklanır.
İstanbul meydanları, geçmişten günümüze tarihin aynasıdır.
Gelecek güzel günlerin hayalini yaşatır. Birinde bir kırkahvesinde çayınızı yudumlarken ... Birinde bir cami avlusunun önünde uçuşan güvercinlere bakarken ya da yem atarken ...
Bir başkasında, rıhtımda vapur düdükleriyle martı seslerinin
birbirine karıştığı anlarda... Belki de dingin bir koya bakan bir meydanda mehtaba dalmışken ...
Öyküleriyle İstanbul Meydanları sizi tarihin derinliklerinde
maceralı bir yolculuğa çıkarıyor...
 

ERTEM EĞİLMEZ
ERTEM EĞİLMEZ

“Ne yaptığımı anlatmam. Anlatanları da sevmem. Buyur sinemaya seyret! İnsanın yaptığı ortada olmalı. Ortada olanın da anlatılmaya ihtiyacı olmamalı. Anlatılan filmi sevmem. Ama niçin bu filmi yaptığımı anlatırım. Çünkü bir filmin ‘Niçin’i perdeye yansımaz. Bir kısmı senaryoya, peliküle geçer geçmesine... Ama büyük bir kısmı da insanın içinde kalır. Bu yüzden niçin arabesk bir film yaptığımı anlatayım. 

Aslında niçin sorusunun cevabını vermeye kalksam hayat hikâyemi anlatmam gerekli. Benim hayatım arabesk. Yalnız benim mi? Senin de onların da herkesin hayatı arabesk. Arabesk yapan da arabeskten kaçan da alayımız arabesk yaşıyoruz...” 

Ünlü yönetmen Ertem Eğilmez yıllar evvel Gökhan Akçura ile bir röportajında, son filmi Arabesk’in hazırlıkları sırasında bu cümleleri sarf etmişti. “Niçin”i, kısaca onu anlamak için kendisinin de söylediği gibi hayat hikâyesini dinlemek gerekiyordu. Zira “Ertem Eğilmez Okulu” olarak sinema literatürüne giren bu ekol çok konuşulmasına rağmen hâlâ yeterince anlaşılamamıştır. Dergi yayıncılığından cep kitapları girişimciliğine, ticaretten eğlence dünyasına, sinemaya uzanan ilginç bir yaşam öyküsü onunki. O hâlde buyurun; Türk sinemasında kalabalık kadrolu, herkesin başrol olduğu güldürü tarzı başarılı filmlerin efsane ismi Ertem Eğilmez’in hayat hikâyesini sizin için derledik...
 

Tarihin Akışının Değiştiği Su Yolu TÜRK BOĞAZLARI
Tarihin Akışının Değiştiği Su Yolu TÜRK BOĞAZLARI

Boğazlar, Truva Savaşı’yla başlayıp Peloponez Savaşı sonrasında sırasıyla site devletlerinin, Perslerin, Romalıların, Makedonların, Müslüman Arapların, Rusların, Türklerin, Avrupalıların, Amerikalıların sahiplik, bu mümkün değilse egemenlik paylaşımı mücadelesiyle örülü tarihi çok sayıda çatışmaya ve savaşa neden oldu. Bazen de bizzat Boğazlar jeopolitiği barışı kolaylaştırıcı bir rol üstlendi.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1 Kasım 1936 Pazar günü TBMM’nin ikinci yasama yılı açılış konuşmasında, bir hafta sonra yürürlüğü resmen başlayacak Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne vurgu yaparak Türk Boğazları’nın ve Boğazlar geçiş rejiminin tarihî akışta oynadığı, oynayabileceği belirleyici olgusal rolü şu sözlerle açıklamıştı:

“Tarihte birçok defa münakaşa ve ihtiras vesilesi olmuş olan Boğazlar, artık tamamile
Türk hâkimiyeti idaresinde, yalnız ticaret ve dostluk münasebetlerinin muvasala yolu
hâline girmiştir. Bundan böyle muharib herhangi bir devletin harb sefinelerinin Boğazlar’dan geçmesi memnudur.”

Atatürk’ün yerinde tespit ettiği gibi Boğazlar barışın anahtarı, savaşların kilidi, uygarlık gelişiminin değiş tokuş rotası, kültürel zenginliğin alt ve üst akıntılarla değişim sahasıdır. Boğazlar olmasaydı İstanbul da olmaz, tarihî siyasetin sıklet merkezi farklı bir yerde gelişirdi.
Günümüz gelişmelerinin de dikkate alındığı bu kapsayıcı çalışma, uzak ya da yakın olması fark etmeksizin yerkürede hüküm sürmüş uygarlıkların hemen tamamının Boğazlar’ı kontrol etme arzusu, Boğazlar’ın tarihî temsil ettiği iç içe geçmiş çok taraflı etkileşimi, devletler arası politikaların ve deniz hukukunun sürece etkileri göz önünde bulundurularak hazırlandı.
Tarihin Akışının Değiştiği Su Yolu: Türk Boğazları, meraklısına müthiş detaylar sunuyor…
 

İstanbul Su Kültürü
İstanbul Su Kültürü

Su, insan varoluşunun ilk ve en önemli unsurudur. Tüm uygarlıklarda su kültürü, yaşamın ve toplumsal hayatın ana kaynağını oluşturur. Tarih boyunca savaşlar ve büyük uygarlık dönüşümleri hep su üzerinden yürümüştür.
İstanbul’u ortadan ikiye ayıran su, Tarihî Yarımada’yı da sarıp sarmalamış, karaları kuşatıp gastronomiden taşımacılığa bir deniz kültürü yaratmıştır. Tuzlu sudan yana bahtı açık İstanbul’un tatlı su ihtiyacı ve arayışı ise asırlarca sürmüş, nice çabaya konu olmuştur. Roma medeniyetinden Cumhuriyetimize hemen her dönem ciddi bir mühendislik çalışmasının merkezinde yer alan su, kaynağından kamuya taşınmış; bentlerden, isalelerden aşıp çeşmelere varmış ve insanların kullanımına sunulmuştur.
İstanbul Su Kültürü, suyu tüm yönleriyle incelerken şehrin içme suyunu esas alıyor. Suyun İstanbul’daki tarihsel yolculuğundan başlayarak iklim ve çevre sorunlarına odaklanan kitapta, su kaynakları üzerinden yürüyen su politikaları da bütün yönleriyle okuyucuya sunuluyor. Suyun biyolojik yapısına ışık tutarken diğer taraftan mitolojide, edebiyatta, sinemada ve popüler kültürde suyun değişen ve zenginleşen anlamlarına da mercek tutan eser çok önemli bir tarihsel misyonu da yerine getiriyor. İstanbul Su Kültürü kapsamlı bir araştırma ile tarihe not düşerken suya sahip çıkmamız gerektiğini de hatırlatıyor…
 

Türk Tiyatrosunda İstanbul
Türk Tiyatrosunda İstanbul

İstanbul’da tiyatro bir umman. Ucu bucağı yok. Çok boyutlu, alabildiğine derinlikli. “İstanbul’da tiyatro” demek, Türk tiyatrosu demek. Kuşkusuz böylesi bir zenginliği bir kitaba sığdırmak çok da olası değil… Türk Tiyatrosunda İstanbul; Osmanlı’dan günümüze, saray tiyatrolarından halk tiyatrolarına, özel ve amatör tiyatrolardan şehir ve devlet tiyatrolarına uzanan geniş bir yelpazeyi her
yönüyle anlatıyor. Tarihin her döneminde sahne gösterilerine, gezici topluluklara, tiyatro kumpanyalarına ev sahipliği yapmış İstanbul. Bu kentin sokakları, mahalleleri, sarayları, çarşıları, sahafları, kütüphaneleri, amfileri, kürsüleri, büyük küçük, açık kapalı tüm sahneleri hep tiyatro kokar...
Türk Tiyatrosunda İstanbul; İstanbul’un tiyatro tarihine ve gelişimine odaklanarak sahne üzerindeki kültürel zenginliğin hangi zorlu sürelerden geçerek bugüne ulaştığının net bir fotoğrafını çekiyor. Bu çok renkli, şenlikli ve büyük sahnedeki oyunumuza davetlisiniz…
 

HAYVAN HAKLARI TARİHİ ve TÜRKİYE
Hayvan Hakları Tarihi ve Türkiye

İnsan olarak bulunduğumuz çevrede yapmamız gerekenler,“onları daha iyi nasıl anlarız ve yardımcı oluruz” sorusuna yaklaşımımızda gizlidir. Empati yapmayan, karşısındaki canlının duygularını anlayamayan, kendince zayıfları aşağılık gören insandan diğer insanlara ve hayvanlara farklı bakmalarını beklemek mümkün değildir.
Hayvan Hakları Tarihi ve Türkiye bugüne kadar pek değinilmemiş, göz ardı edilmiş konuları samimiyetle ele alan en kapsamlı eser… Tarihsel süreci içerisinde hayvan haklarının gelişimi
Türk kültüründen İslamiyet’e, bilimden felsefeye ve edebiyata uzanan geniş bir çerçevede ele alındı.
Hukuk alanında, ahlaki düşünce sisteminde, sanatta, sosyal yaşamda, bilimde, kısaca hayvanlarla doğrudan ya da dolaylı olarak birlikte olduğumuz her alanda hayvan haklarına ilişkin farklı görüş ve düşünceleri merak ediyorsanız Hayvan Hakları Tarihi ve Türkiye, size farklı bir kapı açıyor…

İstanbul’un Çoksesli Batı Müziği Tarihi
İstanbul’un Çoksesli Batı Müziği Tarihi

İstanbul’un Çoksesli Batı Müziği Tarihi; tek sesten çok sese sürekli arayan, medeniyeti var eden ve yaşatan toplumun, sanatçıların, müzisyenlerin ve yöneticilerin İstanbul’daki çabasına eğiliyor. Eserde, İstanbul’un ünlü kadın bestecileri Kassiani’nin, Ayşe Sultan’ın, Gazarosyan’ın sanatsal çalışmalarına yakından bakıyor; Donizetti Paşa’nın ve Callisto Guatelli’nin çoksesli müzik tarihindeki yerine tanıklık ediyoruz. Liszt’in maceralı İstanbul ziyareti, mehterden bandoya geçiş süreci ve Muzıka-i Hümâyun’un kuruluşunun yanı sıra Cemal Sahir, Cemal Reşit Rey ve Nazife Aral-Güran’ın çoksesli müzik tarihimizdeki yeri kitabın ele aldığı konulardan bazıları. Ayrıca Teutonia kulübünü, Pera’daki Naum Tiyatrosu’nu, Taksim Meydanı’ndaki opera binasını ve şehrin yakın tarihi boyunca kurulmuş orkestraları hikâyeleriyle de aktarıyor. 

İstanbul’un renkli ayrıntılarla bezeli, iki yüz yıllık çoksesli müzik geçmişini yetkin kalemlerin araştırmaları ve yorumlarıyla farklı cephelerden aydınlatan eser, bu alanda çalışan araştırmacılara, İstanbul’da yaşayan ve şehirlerinin müzik alanında sahip olduğu birikimi merak eden sanatseverlere yeni ufuklar, yeni kapılar açıyor… 
         
İstanbul’un Çoksesli Batı Müziği Tarihi, sizleri çok sesli, çok kültürlü İstanbul’un dünü ve bugününde notalarla dolu bir yolculuğa çıkarıyor…
 

CİHANNÜMÂ
CİHANNÜMÂ

Tarih, coğrafya ve bibliyografya alanında önemli eserlere imza atmış bir bilgindir Kâtip Çelebi… Onun hazırladığı Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk sistematik coğrafya kitabı olma özelliği taşıyan eseri Cihannûmâ, ilk olarak İbrahim Müteferrika tarafından 1732’de Müteferrika Matbaası’nda basılmıştır. 1600’lerden itibaren hızla gelişen Osmanlı coğrafya geleneğinin en önemli teorisyenlerinden olan Kâtip Çelebi’nin Cihannûmâ’sı hem Osmanlı dünyasında hem de Batı’da iyi bilinen bir eserdir. Kâtip Çelebi’nin Doğu ve Batı coğrafya geleneğinden faydalanarak hazırladığı eser birinci bölümünde denizler, nehirler ve adalardan, ikinci bölümünde ise karalar ve şehirlerden bahseder. Cihannûmâ, Batı ve Doğu coğrafya geleneğinin temeli olan Batlamyus nazariyatına dayanmakla birlikte Osmanlı dünyasında o güne dek hiç bilinmeyen yeni Avrupa kaynaklarını tanıtması bakımından da önemlidir. Osmanlı coğrafyacılığında yeni bir çığır açan Cihannûmâ dünden bugüne bir köprü kuruyor…

Boğaziçi' nin Güzellikleri
Boğaziçi' nin Güzellikleri

İstanbul, tarihin her döneminde yabancı gezginlerin, şairlerin ve sanatçıların ilgisini çekti. Julia Pardoe işte bu seyyahlar içindeki en özel kalemlerden biridir…

Onun 1838’de William Henry Bartlett’nin gravürleriyle yayımlanan Boğaziçi’nin Güzellikleri her açıdan pek çok 
ilki bünyesinde barındıran bir eserdir. Julia Pardoe adım adım gezdiği İstanbul’da kentin büyüleyici doğal güzelliğine eşlik eden toplumsal yaşamı; hamamları, camileri, limanları, yalıları ve kahvehanelerinde tanık olduğu her şeyi yalın gerçekliğiyle aktarır. Kadının toplumsal hayat içindeki yeri, çok eşlilik, kölelik, kader ve misafirperverlik gibi daha pek çok konu onun eserlerinde yerleşik oryantalist seyyah bakışının dışında ele alınır. 

184 yıl sonra ilk kez Türkçe olarak okuruyla buluşan Boğaziçi’nin Güzellikleri tüm zamanlara meydan okuyan eşsiz bir kentle yeniden tanışmak için güzel bir bahane. Pardoe’nun yıllar önce İstanbul’a baktığı pencereden, bu kenti tutkuyla sevmiş olanların duygu iklimiyle yeniden sesine ses vermek, rengine renk katmak için kaçırılmaması gereken bir macera vadediyor Boğaziçi’nin Güzellikleri. Haydi o hâlde, hep birlikte geçmiş zamanın o sonsuz büyülü güzelliğini adımlayalım…
 

Muhtarıyla İstanbul
Muhtarıyla İstanbul

Bir şehrin kılcal damarlarıdır mahalleleri... Şehir bu mahallelerin birleşiminden hayat bulur. İşte kentin nabzı da o mahallelerde atar. Muhtar; bu nabzı tutan, merkezi ve yerel yönetimin alandaki unsurudur. Mahallenin birleştirici gücüdür, hayat kaynağıdır… Muhtarlarıyla İstanbul, şehrin mahallelerinin tarih içinde nasıl değiştiğini, nasıl yönetildiğini ve bugünlere nasıl gelindiğini anlatan kapsamlı bir eser. Kitap İstanbul’un Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi küçük yerleşim yerlerinin ya da mahalle yönetimlerinin tarihsel bir perspektifini sunuyor. İstanbul’un en eski ve uzun süreli hizmet veren muhtarından, Türkiye’nin ve İstanbul’un ilk kadın muhtarına kadar birçok ilginç hayat öyküsünü de okuyucuya sunuyor. Geçmişe bir pencere açarak bakan eser güncel bilgileri de kayıt altına alarak gelecek kuşaklara taşıyor. Ayrıca sinema ve edebiyat eserlerinde muhtarların rolüne odaklanarak popüler bir bakış açısı getiriyor. Muhtarlarıyla İstanbul, özel röportajlarıyla en renkli muhtarları ve mahallelerini tanıtıyor. Ayrıca bu muhtarların mahalleleri yönetme çabalarını kendi deneyimlerinden öğrenmemizi sağlıyor. İstanbul’daki mahalleler ve muhtarlarla ilgili bugüne dek hazırlanmış en kapsamlıeser olma özelliği taşıyan Muhtarlarıyla İstanbul aynı zamanda mahallelerin varlığının şehir yaşamındaki önemine de dikkat çekiyor. Haydi o zaman hep birlikte İstanbul’un dün ve bugünündeki mahallelerini dolaşalım…

100. Yılında İstanbul İşgal Günleri
100. Yılında İstanbul İşgal Günleri

İstanbul’un İşgali pek bilinmez, konuşulmaz, adı konmamış bir suskunlukla geçiştirilir hep. Memleket tarihinde neredeyse yokmuş gibi farz edilir. Oysa kimsenin görmezden gelemeyeceği bir gerçektir bu. İşgal donanması 16 Mart 1920 tarihinde toplarını Dolmabahçe’ye çevirdikten hemen sonra İngiliz ve Fransız generaller İstanbul’da terör estirmeye başlar. Fransız General d’Espèrey, atına binerek Beyoğlu’na çıkar ve gösteriş yapar. Aslında işgal iki yıl önce 1918 tarihinde başlamıştır. Toplamda yaklaşık beş yıl İstanbul’u her türlü işkenceyle, zorbalıkla yönetirler. Fakat Milli Mücadelemizin sonucunda, Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi “Geldikleri gibi giderler”…

Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte Osmanlının da içinde bulunduğu hanedanlıklar, imparatorluklar çöktü. Kuşkusuz ulus-devlet ideolojisinin tek başına bu çöküşte etkili olduğunu düşünmek yeterli bir tespit değildir. Böylesine büyük bir tarihsel olgunun aynı zamanda sosyo-ekonomik ve toplumsal boyuttaki nedenlere bağlı sonuçlardan bağımsız olmadığını da hesaba katmak gerekir.

Koşulları 19. yüzyılın ikinci yarısında oluşmaya başlayan Birinci Dünya Savaşı, “mütareke devri” diye anılan döneme kadar devam etmişse de aslında ateşkesle bitmemişti ve bu savaşın kendisi kadar vahim sonuçları olmuştu. Mağlup devletlere, o zamana kadar hiçbir Avrupa savaşında görülmemiş şekilde “kayıtsız şartsız teslim” dikte edilerek, müzakeresiz “barışlar” dayatıldı.

Bunun tek istisnası Türkiye idi. İstanbul’un 1918 sonunda fiili, 16 Mart 1920’de resmî işgali ve savaşı vekâleten sürdüren Yunanlıların işgalleri efsanevi direnişlerle karşılaştı. Anadolu’da küçük bir vilayete indirgenmesi planlanan Türkiye direndi. Asker ve sivil ayrımı olmaksızın yürütülen, sınıf, cinsiyet ve siyasi duruş gibi faktörlerin ötesindeki bu direnişin çok katmanlı tarihi ile İstanbul’un işgali, döneme ait belgeler ve görseller eşliğinde bu kitapta inceleniyor.

Dünya tarihinin kavşak noktasında yer almış, imparatorluklara başkentlik yapmış köklü bir geleneğe sahip olan İstanbul’un işgal altındaki buhran dönemine yakından bakmak için İstanbul’un İşgal Günleri ile yeni bir sayfa açılıyor…

“Geçmişini bilmeyen, geleceğine yön veremez”

                                                           M. K. ATATÜRK

İstanbul Öyküleri - 1
İstanbul Öyküleri - 1

Öyküler kentin hafızasıdır. İstanbul’un hafızasında yer etmiş nice yaşanmışlıklar hep edebiyatla, edebiyatın incelikli diliyle yüzyıllardan bugüne ulaştı ve ulaşmaya devam edecek.

Tarihî mekânları, kadim kültürüyle büyüleyen İstanbul’u, edebiyatımızın usta kalemlerince İstanbul için yazılan öykü kitapları serimizde birbirinden güzel öykü ve her öykü için ayrı ayrı tasarlanmış özgün illüstrasyon çalışmaları ile okuyucularımız keyifli bir gezintiye çıkacaktır.

İstanbul’un içinden öykü geçmeye devam ediyor…

Karikatürlerde İstanbul' un Sokak Köpekleri
Karikatürlerde İstanbul' un Sokak Köpekleri

 Mizah gündelik hayatın aksayan yönlerini ve toplumsal sorunlarını tatlı bir gerçeklikle gülümseterek dile getirmenin en etkili araçlarından biri. Bu eserin aktörleri ise sokak köpekleri. Tanzimat’tan Cumhuriyet'e Karikatürlerde İstanbul'un Sokak Köpekleri'nde bu hayvanların yer yer hüzünlendiren yer yer keyif veren, eğlendiren öykülerini bulacaksınız. Bir yandan da bu karikatürleri çizen pek çoğu isimsiz kahramanın imzasını göreceksiniz...
Kitapta tespit edilen köpek temalı ilk karikatür 1873 yılında yani Sultan II. Mahmud döneminde yayımlanmış. Sonrasında İstanbul’un meşhur sokak köpekleri anlatılan ya da anlatılamayan pek çok konunun öznesi olmuşlar. Eser aynı zamanda siyasi, idari, sosyolojik, felsefi, kültürel ve edebî ürünlere konu olacak kadar zengin bir içerik barındırıyor.
Tanzimat’tan Cumhuriyet'e Karikatürlerde İstanbul'un Sokak Köpekleri  okuyucuyu çizimler ve anlatımlar eşliğinde tarihsel bir yolculuğa çıkarıyor. Bunu yaparken de insanoğlunun iki yüzlülüğü ile merhameti arasında vicdani bir bağ kuruyor. Memleket tarihine farklı bir gözle bakmak isteyenler için çarpıcı bir eser niteliğinde...
 

DÖRT KAPI Hacı Bektaş-ı Veli
DÖRT KAPI Hacı Bektaş-ı Veli

Rahipler günahkârları tövbeye çağırırken dervişler,
“Bir”in ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.
“Rum Erenleri” denilen bekçilere göre ülkede her şey yerli yerindeydi. Rum, dün nasılsa bugün de öyleydi.
Derken bir şey oldu; Kadıncık isminde bir kadın rüya gördü.
Bu haber Rum Ülkesi’nde hızlıca yayıldı.
Malikler rüya görmenin mümkün olmadığını söylerken ruhbanlar ve dervişler susuyorlardı. Tüm olan biteni Hızır’la birlikte Ardıç Ağacı'ndan seyreden biri vardı; bu kişi Hacı Bektaş-ı Veli’ydi.
Anadolu erenlerinin sönmeyen ışığı serçeşme Hacı Bektaş-ı Veli, düşünce ve öğretileriyle asırlardır; sevgi, birlik, beraberlik ve barış öğütlüyor. Bu toprağın hamurunu aşkla, sevgiyle yoğuran Hacı Bektaş-ı Veli ve onun eşsiz mirası usta işi çizimlerle renklendirilmiş soluksuz bir macerayla ilk kezbu romanda…
 

İstanbul  Eğleniyor (1.cilt)
İstanbul Eğleniyor (1.cilt)

İstanbul’un eğlence hayatı bir âlem... Bu hayat evvela yakaları ilikleyip Fatih ile Harbiye’yi buluşturuyor. Bir yanda opera, tiyatro bir yanda Karagöz.  Bir yanda yılbaşında eğlenenler diğer yanda Ramazan eğlenceleri... Galata’dan, Pera’dan Direklerarası’na, Kâğıthane’ye uzanan bir cümbüş!
İstanbul Eğleniyor’un birinci cildi (1870-1955), okuru şehrin her köşesine taşırken ışıltılı caddelerden köprü altlarına, göz kamaştırıcı mekânlardan izbe kahvelere götürüyor. Parlak olan her taşı kaldırıp altına bakan bu kitapta tüm aylığını bir gecede “ütülenler”in, hamam böceği yarıştıranların, pudralanmış ahşap zeminler üzerinde gösterişle kayanların dahası bıyıklarını sivriltip piyasa yapanların hikâyesini okuyacaksınız.

Sponeck Birahanesi’nde ilk film gösterimi, Beyaz Rusların İstanbul’a gelmesiyle eğlence hayatının Batılılaşması, Men-i Müskirat Kanunu, Savarona yatıyla gelen gitar, rock’n roll müziğin şehrin sokaklarında yankılanışı kitapta karşımıza çıkıyor ve okuru keyifli bir yolculuğa çıkarıyor. Pera Palas, Tokatlıyan gibi otellerde konaklayacak, Maksim gibi gazinolarda, Rejans gibi kulüplerde eğlenecek, Lebon, Markiz pastanelerinde, İkbal Kıraathanesi’nde soluklanacaksınız... O döneme ait sosyal yaşamın yansımalarını bu eserde bulacaksınız.

İstanbul Eğleniyor, sürükleyici ve açıklayıcı bir dille yazılmış, zengin bir görsel arşivle desteklenmiş kapsamlı bir çalışma. İstanbul eğlence hayatının kalbine inmek, okurken eğlenmek istiyorsanız doğru adrestesiniz!
 

 POLONEZKÖY
İstanbul' daki Beyaz Kartal POLONEZKÖY

İstanbul’un kuzeyinde, Anadolu Yakası’nda bulunan Beykoz ilçesinin mahallelerinden Polonezköy, doğal güzelliğini yitirmeyen muhteşem yerlerden biri. Sürgündeki Polonya prensi Adam Czartoryski’nin emri ve Osmanlı Devleti’nin izniyle 1842’de kurulan köy o günden bu yana Polonya ile Türkiye arasında dostluğun simgesi oldu. Lehçe adını da Prens Czartoryski’den aldı: Adampol.

1842’den beri köy olarak var olan Polonezköy tarihten çok önemli 
isimleri ağırladı bağrında. Şimdilerde ise lokantalar, konaklama 
tesisleri, yürüyüş yolları, bisiklet parkurları ve piknik alanları ile 
yalnızca İstanbulluları değil kent dışından gelenleri de mutlu ediyor. Spor yapanlar, doğaseverler ya da aileleriyle güzel bir hafta sonu geçirmek isteyenler için birçok seçenek var. Yazın yapılan ve 
Polonya’dan gelen halk dansları topluluklarının gösterileriyle 
katıldığı Polonezköy Kiraz Festivali ile de bir gelenek sürdürülüyor.

Polonezköy bu kadar mı, tabii ki çok daha fazlası… İstanbul’daki Beyaz Kartal Polonezköy kitabı, Akgün Akova’nın şiirli anlatımıyla 
belleğin anılar fanusunda ışıldayan sımsıcak insan hikâyeleriyle okuruna merhaba diyor. İstanbul’un bu cennet köşesine geçmişten günümüze sihirli bir yolculuğa çıkmak isterseniz davetlisiniz… 
 

İSTANBUL' DA ÇOK DİLLİ KİTABELER
İSTANBUL' DA ÇOK DİLLİ KİTABELER

Vikingler İstanbul’u “Miklagard” diye anmışlardır.
Aynı zamanda Bizans ile ticaret yapıp Bizans’a saldırmış ve hatta imparatorluk ordularında paralı askerlik yapmış bu kuzeyli savaşçılardan biri de Ayasofya’nın mermerlerine adını runik alfabe ile kazımıştır…
Çok dilli kitabeler İstanbul’un çok renkli geçmişine tanıklık ediyor. Pek dikkat etmesek de şehrin farklı köşelerinde saklı birer hazine gibi ilgi görmeyi, dikkat çekmeyi bekliyorlar.
Bugün İstanbul’un sokaklarında, mezarlıklarında, yollarında gezinirken; Türkçe, Arapça, Rumca, Ermenice, Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Lehçe, İbranice, Rusça, Bulgarca, Süryanice ve Sırpça gibi daha birçok dilde kitabelere rastlamak mümkün.
İstanbul’da Çok Dilli Kitabeler, pek çok yönüyle ilgi çekici bir eser. Birçok yapıya can veren mimarları da günümüze taşıyor olması bir başka özelliği. Şayet İstanbul’un geçmişine kitabeler üzerinden bakmak istiyorsanız renkli bir yolculuğa hazır olun. Karşınıza çok sürprizler çıkacağını göreceksiniz…
 

GÜN GÜN İSTANBUL
GÜN GÜN İSTANBUL

Binlerce yıllık tarihiyle enerjisi müthiş bir şehir İstanbul.
İmparatorluklara başkentlik yapmış, farklı medeniyetleri içerisinde barındırmış ve her zaman tüm dünyanın ilgisini çekmiş…
Gün Gün İstanbul, kent yaşamı üzerinden özellikle imparatorluklar ve Cumhuriyet dönemi tarihindeki yaşanmışlıkları, iz bırakan olayları, kişileri 1 Ocak ile 31 Aralık tarihleri arasında gün gün anlatmaya gayret ediyor…
Yangınlar, depremler, ekonomik buhranlar, ayaklanmalar, işgaller, zaferler, şenlikler, portreler, kültür ve sanat tarihimizden dikkat çekici olaylar... Kimini bildiğimiz kimini bilmediğimiz, içerisinde popüler tarihe de değinen türlü türlü detaylar. Gün Gün İstanbul, size titiz bir araştırma ve farklı bir yöntemle İstanbul’u keşfetmeyi vaat ediyor…
Eseri okurken sadece İstanbul’u değil, İstanbul eksenindeki uygarlıkların zamana yayılan kilometre taşlarını da göreceksiniz.
O hâlde tarihî bir yolculuğa hazır mısınız?..
 

40 Kadın 40 Hayat
40 Kadın 40 Hayat

Toplumsal belleğin en önemli nüvelerinden biri de kişi ve kurumların oluşturduğu arşivlerdir. Bu nedenle arşivlerin muhafaza edilmesi ve sürekliliğinin sağlanması çok önemlidir.
Kadın Özel Arşivlerinde 40 Kadın 40 Hayat, alanlarında zirve olan çok önemli isimlerin bir araya getirildiği özel bir çalışma…

Kitap, İstanbul’da çeşitli kurumlar bünyesinde bulunan kadın özel arşivlerinin izini sürerek, bilinen biyografilere yeni bilgiler de ekleyerek, konunun uzmanlarınca özenle hazırlandı.
 

İstanbul'un Yazlık Sinemaları Tarihi
İstanbul'un Yazlık Sinemaları Tarihi

 Yazlık sinemaların kendine has bir büyüsü vardı. Mahallede dillenir, perdede başlar, film bittikten sonra da devam ederdi. Düş diye görülenlerin tümü perdede yansıyanlardı. Ya onlar gibi olmak istenirdi ya da onlara sevdalı… 
Yazlık sinemaları ayrıcalıklı yapan ya da geçmişe duyulan özlemi unutulmaz kılan ne içilen gazoz ne tahta sandalyeler ne de çitlenen çekirdeklerdi… Onları farklı kılan; perdesinde, sahnesinde sunulan gösterileri, birbirinden farklı üç kuşağı birleştirmeyi başarabilen çekiciliklerinin yanı sıra küçük bir ücret karşılığında ailecek ve mahallece izlenebilme özelliğiydi.
Düş Bahçeleri: İstanbul’un Yazlık Sinemaları Tarihi İstanbul’u farklı bir açıdan ele alıyor. Sinema tarihimize, memleketin ekonomik ve sosyolojik gelişimine, sinema emekçilerine ve 
sinemaya gönül vermiş herkese odaklanıyor. Düş bahçelerinde olmak, tarihsel bir gezintiye çıkmak istiyorsanız buyurun, aradığınız her şey bu kitapta…
 

Türk Futbolunun 100 AKI
Türk Futbolunun 100 AKI

21 Mayıs 1923’te Türkiye Futbol Federasyonu kurulur ve Türkiye FIFA’nın 26. üyesi olur. Yine aynı yıl Türk Millî Takımı ay yıldızlı formayla ilk maçına çıkar. Üç gün sonra 29 Ekim’de ise Cumhuriyet ilan edilir. Elbette futbolun tarihi topraklarımızda daha eskidir fakat resmî olarak Cumhuriyet’imizle aynı yaştadır…
Bu kitabın kahramanları sadece futbolcular değil; yöneticiler, hakemler, teknik direktörler ve futbola gönlünü vermiş müthiş hayatlar… Cumhuriyet'in 100. Yılında Türk Futbolunun 100 Akı spor tarihimize ve onu temsil eden değerlerimize bir saygı niteliği taşıyor.
Baba Gündüz’den Turgay Şeren’e, Lefter’den Taçsız Kral Metin Oktay’a, efsane başkan Süleyman Seba’dan hakem Lale Orta’ya, Karadeniz fırtınası Şenol Güneş’ten İmparator Fatih Terim’e, Tanju Çolak’tan Şifo Mehmet’e ve Burak Yılmaz’a… Başarılarıyla Türk futboluna ismini altın harflerle yazdıran 100 isim hikâyeleriyle bu kitapta yer alıyor…
Türk futbol tarihimiz, başrolde efsane isimleriyle hiç bitmeyecek bir film gibi. Ön koltuklarda yeriniz hazır. Davetlisiniz…
 

SOKAK SANATLARINDA İSTANBUL
SOKAK SANATLARINDA İSTANBUL

Sanatın tek bir mekânı yoktur, sanat pekâlâ her yerde yapılır. Sokak ise bu
mevzunun tam da göbeğindedir… İstanbul’un sokakları yüzyıllardır nefes
alıp veriyor. Bütün kenti kaplayan o devasa nefes içinde kentten geçmiş
sayısız karakterin sesini, duygusunu taşıyor. Geçmişinde derinlere inildikçe
görürüz ki; sayıları, çeşitleri, renkleri, yer yer tuhaf performansları
çoğalarak artan bir “sokak insanları” geçididir İstanbul.
Eski İstanbul sokaklarında laternalar var. Sadece çalgıcılar mı, değil tabii ki.
Mahalle aralarında alametifarikaları hâline gelen kostümleriyle
dolaşan çalgıcılar, seyyar göstericiler, kukla oynatıcıları, ayıcılar,
şarkıcılar; meydanlarda, fabrika önlerinde, grev alanlarında seslerini oyunla
yükselten tiyatrocular da var.
Sokak Sanatlarında İstanbul kitabı, bu kentin sokaklarının müzikli, resimli,
hareketli öyküsünü anımsama ihtiyacıyla ortaya çıktı. Üretilen ve şehirdeki
hayatı tamamlayan sanat işlerinin peşine düşmek üzere tasarlandı. Hem
bugünü hem de dünden kalan izleri görünür kılmayı amaçladı. Eser, İstanbul’u
ses, renk ve hareket odaklı inceliyor. Okura görsel bir şölen ve kulağa
hoş gelen farklı tınılar sunuyor. Sokak her zaman insanları birleştirir,
en çok da sanatla. İstanbul’un pek de
anlatılmayan sokak sanatlarına dokunmaya var mısınız…
 

100.Yılında Mübadele
100.Yılında Mübadele

Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan nüfus değişiminin, bilinen ismiyle Nüfus Mübadelesi’nin 100. yılındayız… Lozan Antlaşması’ndan hemen önce 30 Ocak 1923 tarihinde, iki ülke tarafından imzalanan “Mübadele Sözleşmesi” ile sayıları bir buçuk milyona yakın insanın yer değiştirmesi kabul edilmiştir. Bu göç yıllarca sürmüş, zorluklara, ayrılıklara ve dramlara sahne olmuştur. 

Yüzlerce göç hikâyesine sahne olan Anadolu’da en farklı göç süreci belki de bizim adına mübadele dediğimiz, Yunanistan tarafında ise “Antalagi” olarak ifade edilen Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi’dir. Çoğunlukla gemi ve trenlerle sağlıksız koşullarda yeni vatanlarına gelmek zorunda kalan mübadillerin bellekleri yollarda kaybettikleri akrabalarının hikâyeleriyle doludur. Türkçe bilmeden Türkiye’ye ya da Yunanca veya hiçbir lehçesini bilmeden Yunanistan’a yerleşmek zorunda kalanlar, aslında sadece isimleri farklı olan aynı hikâyenin kahramanlarıdır.
Mübadele, aradan geçen 100 yıla rağmen ilk günkü kadar hafızalarda yaşamaya devam ediyor… Tarihsel, kültürel ve sosyolojik yönleriyle çok katmanlı bir çalışma olan 100. Yılında Mübadele önemli bir boşluğu dolduruyor. Mübadeleyi 
hem bilimsel bir çerçevede hem de insani boyutuyla ele alıyor. 100. Yılında Mübadele, tarihin bu kırılma noktasında bir saygı duruşu niteliği taşıyor… 
 

Küçük Celaleddin'in Uzun Yolculuğu
Küçük Celaleddin'in Uzun Yolculuğu

Çocuk ve gençlik edebiyatımızın üretken kalemi Yalvaç Ural, bu kez okurlarına gerçek adı Muhammed Celâleddîn olan Mevlânâ’nın Horasan’ın Belh kentinden Larende’ye, oradan da Konya’ya uzanan, bilinmezlerle dolu kervan yolculuğunu anlatıyor. Ural, Gülendam nenesinin, öncesiz kültürün sözlü ve yazılı kaynaklarına dayandırarak onlara aktardığı serüvenleri Küçük Celâleddîn’in Uzun Yolculuğu’nda; kurguya kaçmadan, gerçek metinlere bağlı kalarak ve Erdoğan Oğultekin’in usta işi çizgileriyle yediden yetmişe bütün okurlarına sunuyor. İlgiyle okuyacağınız bir çalışma.

Resimli İstanbul Apartmanları
Resimli İstanbul Apartmanları

İstanbul’un değişmeye başlayan mimarisiyle birlikte 1910’lu yıllardan itibaren yapılara sanatsal bir dokunuş oldu. Apartman duvarlarına çizilen resimler bir geleneği başlattı. Özellikle 1930’lu yılların başında sayıları bir hayli artmış olan bitişik nizam apartmanlarda uygulanan bu tarz o kadar benimsendi ki Fatih’ten Şişli’ye, Beyoğlu’ndan Kadıköy’e kadar binaların iç yüzünü şenlendirdi. Apartmanlara resimler çizen ressamların karakterleri de yansıdı duvarlara. Üstelik her birinin ilginç hikâyesi vardı. 1980’li yıllara kadar İstanbul’un resimli apartman geleneği sürdü. Fakat modern kentleşme anlayışıyla apartmanlar yerini sitelere ve toplu konutlara bıraktı. Hâl böyle olunca da İstanbul’un resimli apartmanları geleneği sona erdi ve geriye az sayıda diyebileceğimiz örnekleri kaldı…  

Resimli İstanbul Apartmanları girişlerinde duvar resimleri bulunan meskenleri titizlikle kayıt altına alırken kentin toplumsal tarihine de katkı sunuyor. Âdeta o yıllara ait eski bir film karesinden bize fısıldıyor. Ve zamanla üzerinden doğalgaz boruları geçirilen, yamaçlarına elektrik düğmeleri yerleştirilen 
dağlar, kıyısında posta kutuları beliren göl kenarları okuru kendi hikâyesine davet ediyor! 
 

İstanbul' da İtfaiye
Yangın Olur Biz Yangına Gideriz İstanbul' da İtfaiye

Tarih boyunca İstanbul gibi birçok imparatorluk başkentini iki büyük afet tehdit etmiştir: Deprem ve yangın. İstanbul her ikisinin yıkımına maruz kalsa da özellikle ateşle sınanan bir şehir olmuştur. Çıkan yangınlar pek çok kez kenti küle çevirmiş fakat şehir her seferinde küllerinden yeniden doğmuştur.

İstanbul’da İtfaiye kitabı yangın ve deprem gibi afetlerle sınanmış bu şehrin itfaiye kültürünü bütün yönleriyle ele alıyor. Tulumbacılardan günümüze itfaiye teşkilatının geçirdiği dönüşüm ve mücadele ayrıntılarıyla bu kitapta yer alıyor.
 
Eserde İstanbul yangınlarının tarihiyle birlikte çıkan yangınların yıkıcılığına, İstanbul İtfaiyesi’nin insanların acılarını azaltmak için nasıl büyük çabalar gösterdiğine tanıklık edeceksiniz. Şiirlere, romanlara, sinemaya, şarkılara, türkülere, destanlara konu olmuş yangınların toplumsal hafızamızda canlılığını nasıl sıcak tuttuğunu da göreceksiniz.

İstanbul’da İtfaiye; tarihsel kökleriyle, yarattığı anılarıyla, kültüre, sanata ve toplumsal hayata yaptığı katkılarıyla müthiş bir mücadelenin isimsiz kahramanlarını anlatıyor…
 

Öyküleriyle İstanbul Anıtları
Öyküleriyle İstanbul Anıtları

Kız Kulesi olmadan bir İstanbul düşünebilir miyiz? Yahut kapısız, çeşmelerinden bir avuç su içmediğimiz, korularında sefa sürmediğimiz, kasırlarında gezmediğimiz bir İstanbul’u neyleriz? Başımızı göğe çevirip de dikili taşlarına hayranlıkla bakmadığımız, günün ilk ışıklarının köprü çizgilerinden belirmediği bir İstanbul hayal etmek mümkün müdür? Bu kenti sursuz, duvarsız düşünebilir miyiz? Siluetsiz, tatsız tuzsuz olmaz mı o vakit? Tadı tuzu getiren, İstanbul’un nişanı, alametifarikası, kent kültürünün özü işte bu anıtlardır.
Sennur Sezer ve Adnan Özyalçıner, anıtları öyküleriyle birlikte yazdıkları bu eserde taşa toprağa insanı katıyor; şehrin harcına belleğimizi, anıları, hayalleri karıyorlar.
Öyküleriyle İstanbul Anıtları’nın kılavuzluğunda Galata Kulesi’ne çıkıp Yerebatan Sarayı’na inecek, Taksim Cumhuriyet Anıtı’ndan Haydarpaşa Garı’na, Kırmızı Mektep’e şehri bir baştan bir başa dolaşacak, yorulunca Kamondo Merdivenleri’ne oturacaksınız. Belki bir fotoğraf bile çektireceksiniz! Bu kitabı okuduğunuzda, İstanbul’u yeniden keşfedecek, daha bir İstanbullu olacaksınız…
 

İstanbul Eğleniyor Cilt 2
İstanbul Eğleniyor Cilt 2

İlk cildinde geleneksel Osmanlı eğlencelerini ve genç Cumhuriyet’in eğlence kültürünü konu alan İstanbul Eğleniyor bu kez Levent Kaya Ocakaçan’ın kaleminden günümüze uzanıyor..

1955 yılından günümüze neler yaşandı? İstiklal Caddesi’nde el değiştiren işletme hayatı... Esen twist rüzgârı, kopan rock fırtınası; kapanan meyhaneler açılan diskotekler, kulüpler... Mezenin tadı, hula hoop’un devri... Bir gecede gezilen mekânlar; sosyalleşilip sanata doyulan salonlar, İstanbul’la özdeşleşen aynı zamanda sınırlar aşan festivaller... Ekonomik ve sosyal hareketliliğin “kendine eğlence arayan” topluma etkisi... Ve tabii ki 6-7 Eylül olaylarından, kırılmalardan, çatışmalardan, darbelerden etkilenen bir başka eğlence kültürü. Hepsi bu kitapta yer buluyor kendine.

İstanbul Eğleniyor’da kâh Beyoğlu’nun arka sokaklarında yakalarınızı dikip yürüyecek kâh Boğaz kıyılarında “hoş geldiniz” denilerek karşılanacaksınız. Kâh sinema salonlarında çalan Anadolu Rock esintilerine kulak kabartacak kâh bir müzik festivalinde kendinizden geçeceksiniz. Gülhane Parkı’nda kukla gösterisine tanık olacak, sahne alan isimlere eşlik edeceksiniz... 
 

Toprağı Dinle Suyu Anla.png
Toprağı Dinle Suyu Anla Yaşar Kemal Eserlerinde Biyoçeşitlilik

Çağımızın büyük romancısı, Anadolu’nun destansı kalemi Yaşar Kemal insan ve doğa ilişkisini bütün eserlerinde bir düş evreni içerisinde anlatır. Edebiyat  yaşamı; düşle gerçeği, doğayla insanı iç içe şiirsel bir dille sunmasıyla destanlaşır.  Yaşar Kemal, eserlerinin özüne toprağı, suyu, gökyüzünü, bitkiyi, böceği; rengiyle, kokusuyla, tadıyla, dokunuşuyla tanıyıp sevmeyi koymuştur. Biyolojik, kültürel ve yaşam tarihi bakımından yeryüzünün olağanüstü coğrafyalarından biri olan Türkiye’nin, Yaşar Kemal eserlerindeki doğayı tanıma, sevme ve koruma bilincinin oluşmasında özgün bir değeri vardır. 

Toprağı Dinle Suyu Anla: Yaşar Kemal Eserlerinde Biyoçeşitlilik Anadolu’nun bu büyük yazarının eserlerinde yer etmiş zengin biyoçeşitliliğin izini tüm romanlarında sürüyor. Yaşar Kemal’in eserlerinde yer alan doğanın binbir çeşidi bu kitapta kolektif ve titiz bir çalışmanın sonucu olarak yer alıyor. 

Ulusların biyoçeşitliliği tanıma ve koruma çabalarına büyük yatırımlar yaptığı günümüzde, Yaşar Kemal kitapları yazın eserleri olmanın ötesinde Türkiye’nin biyoçeşitliliğini tanıma, koruma ve sevdirmede insanlığa sunulmuş anne memesinden süt, kulağına fısıldanan ninni değerindedir. Bu eser doğumunun 100. yılında Yaşar Kemal’e bir saygı niteliğindedir… 
 

Muhsin Ertuğrul
Muhsin Ertuğrul

Türk tiyatrosunun kuruluşunda öncü bir isimdir Muhsin Ertuğrul.  Tiyatronun önünden geçende bile emeği vardır! Birçok sahnenin açılışına, programlar hazırlanmasına önayak olur; yönetir, uyarlar, çevirir. Hem İstanbul’da hem Ankara’da hem İstanbul Şehir Tiyatroları’nda hem de Devlet Tiyatrosu’nda nerede bir tirat atılsa nerede bir sufle verilse oradadır Muhsin Ertuğrul. Talimat da yazar oyun metni de. Hamlet’i o hazırlar hesaplaşmaya,  Faust’a o çektirir derdi tasayı. Darülbedayi günlerinden beri durmaz hiç. Yeri gelir perdenin ipini çeker yeri gelir suflör meselesine aldırış eder.  Suflör kapağını kaldırtan da odur “işi olmayan”ın kulise girmesini yasaklayan da. Seyirciye katı kurallar getirmekten geri durmaz büyük tiyatrocu. Saygı duyduğu seyirciden saygı bekler.

Muhsin Ertuğrul aynı zamanda Türk sinemasının da öncülerindendir.  Öyle ki bir döneme adını vermiş, yıllar boyu tek başına filmler çekmiştir. Lebleci Horhor’dan Halıcı Kız’a nice filmde kamera arkasında o vardır.  Bazen kameranın önünde de gözükür… 

Gökhan Akçura’nın hazırladığı Muhsin Ertuğrul kitabında, alanının uzman isimleri usta sanatçıyı çok yönlü ele alıyorlar. İdareci Ertuğrul’un iş yaşamındaki iniş çıkışlarından Avrupa ve Sovyet Rusya’ya seyahatlerini, getirdiği yenilikleri, ilk özel tiyatroyu kurma hikâyesini anlatıyorlar; kısaca sahneden beyaz perdeye, seyirciyle hemhâl olmuş bir portre çiziyorlar… 
Ve Ertuğrul bugün hâlâ çıkıyor sahneye, vuruyor perdeye…
 

TÜKENMEYEN BARIŞ: 100. YILINDA LOZAN
TÜKENMEYEN BARIŞ: 100. YILINDA LOZAN

Lozan Barış Antlaşması sadece Türkiye tarihi için değil benzersiz özellikleriyle dünya tarihi için de büyük öneme sahiptir. Emperyalizme karşı kazanılan zaferin ışığında I. Dünya Savaşı’na son veren, mazlum ülkelere örnek olan bir antlaşma olarak Lozan; güçlü bir uzlaşma, dengeler siyaseti ve ciddi bir hesaplaşma olarak da tarihe geçmiştir. Cephede kazanılan zaferin diplomaside tezahürüdür Lozan Barış Antlaşması…

100. Yılında Lozan Barış Antlaşması tarihin en önemli antlaşmalarından birinin spekülasyonlardan arınmış, gündelik siyasetin girdabından uzak ve somut şekilde tanımlanmasını amaç edinen kapsamlı bir çalışma. Konferans ve antlaşmanın öneminin anlaşılmasının yanında geleceğe sağlıklı bakılmasını da sağlayabilecek bir eser. Bu bağlamda hazırlanan ve yakın dönem Türkiye tarihinin en temel konularından birini farklı pencerelerden değerlendiren elinizdeki kitap, özgün konu ve içeriğin yanı sıra zengin görsel arşiviyle de literatüre önemli bir katkı sunuyor.
 
Bu eserde Türkiye’nin kurucu kadrolarının nasıl bir azimle, şevkle, sabırla ve insan ötesi güçle mücadele ettiğine tanık olacaksınız. 100. Yılında Lozan Barış Antlaşması kapsamlı ve bilimsel yönüyle 
Lozan’a her açıdan bakmak isteyenler için kaçırılmayacak bir fırsat…
 

İstanbul Atlası
İstanbul Atlası

Sanatçı Antonio Cosentino’nun “İstanbul Atlası” fotoğraflarının serüveni 1990’lı yıllarda şekillenmeye başladı. Mekânların hızla değişmesi, kentin devinim hızı, her şeyin bir çok kavramla beraber değişiyor olması, beni envanteri tutulmayacak ve unutulacak bölgelere doğru sürükledi. Belirli aralıklarla bu yeni gelişen mahallelere kent merkezinden uzak kalmış gelişen alanlara düzenli seyahatler yaptım, her seferinde kendimi başka bir kente gitmiş, hiç bilmediğim yeni dünyalarda gezmiş gibi hissettim. Aynı zamanda kendi resim serüvenim için kullanacağım bir çok estetik ve mekânsal veriyi toplamış olduğumu farkettim. Bu zaman zarfında açtığım sergilerin içeriğini bir anlamda tüm bu gezintiler oluşturdu. Periferide kullanımıyla beni her zaman şaşırtan tenekeler daha sonra bir çok büyük enstelasyon projemin ana malzemesi oldular.

Cüneyt Arkın
Cüneyt Arkın

Yeşilçam sineması, tipik olarak Hollywood filmlerinde karşımıza çıkan klasik anlatı sinemasının kalıplarını benimsemiş bir sinemaydı. Filmlerinde olaylar kronolojik bir akış içinde, neden ve sonuç ilişkisine dayalı olarak düzenlenmişti. Böylece bütün klasik filmlerde olduğu gibi, bu filmlerde de belli bir hedefe ulaşmak isterken çeşitli engellerle karşılaşan kadın ya da erkek kahramanlar yer alıyordu. Burada devreye yine Hollywood usulü giriyordu. Güzel kadınlar ve yakışıklı erkekler... Onlar asla kameraya sırtlarını dönemezlerdi. Yüzleri her daim seyirciye dönüktü. Yönetmenler öyle çekim ölçekleri hazırlarlardı ki kadın ya da erkek hiç bir oyuncu, birbirinin ne oyununu ne de ışığını asla gölgelemezlerdi. Seyirciyle oyuncu arasında kurulan bu illüzyon, tüm 60’lı ve 70’li yıllarda Yeşilçam’ı etkisi altında tutan star sisteminin bir nedeni olarak kayıtlara geçti. Bu sisteme 1964 yılında dahil olan Cüneyt Arkın, yakışıklılığı, sempatik gülüşü ve etkileyici bakışlarıyla seyircisinin beklentisine cevap verdiği gibi, zaman içinde kendini yenileyen, geliştiren başarılı oyunculuk performanslarıyla son 60 yıla sayısız illüzyon sığdırarak eskimeyen, takdir edilen, seyircisinin sevgisini hiç eksiltmediği bir popüler kültür ikonu olarak varlığını sürdürdü. Ondaki tüm bu çaba Allah vergisiydi. Sinemayı, oyunculuğu setlerde öğrendi. 1964 yılında Halit Refiğ imzalı “Gurbet Kuşları” yla başladığı oyunculuk kariyerinin ilk yıllarında, daha çok aşk filmlerin romantik jönü olarak çıktı seyirci karşısına. “Gözleri Ömre Bedel”, “Dudaktan Kalbe”, “Yankesici Kız”, “Fakir Gencin Romanı”, “Sevgim ve Gururum”, “Serseri Aşık” gibi filmler Cüneyt Arkın’ın romantik jönlüğünün sevilen ürünleriydi. Onun sinema hayatına yön veren, onu bugünlere taşıyan film için 1966 yılını bekleyecekti. Sinema piyasasında henüz 2 yıllık bir kariyeri olan Cüneyt Arkın, “Malkoçoğlu” kimliğine bürünecek ve at üstünde kılıç sallayacaktı. Artık romantik jönden eser kalmamıştı. Aşkını da konuşturuyordu, yumruklarını da, kılıcını da… Hem sertti hem de buyurgan… “Malkoçoğlu”, Cüneyt Arkın için yeni bir yolun başlangıcıydı. Aksiyon sinemasıydı adı bu yeni yolun. Tarihsel serüvenler içinde sayısız insanla dövüştüğü ve hepsini de hakladığı fanteziler vardı onun için. Dublör kullanmadan yaptığı akrobatik hareketler eşliğinde kötüleri haklama vardı filmlerinde. Bu alanda Türk sinemasının usta yönetmenleriyle başlayan çalışma ortaklığı sayesinde hızla geniş halk kitlelerine ulaşmayı başardı. “Köroğlu” oldu, “Selahattin Eyyubi” oldu, “Battal Gazi” oldu “Kara Murat” oldu, “Adsız Cengaver” oldu. Öyle ki ünü, ülke sınırların dışına taştı. İran ve İtalya başta olmak üzere birçok ülkeyle ortak yapımlarda rol aldığı gibi Türk sinema piyasasına da yön verdi. Cüneyt Arkın, sinema kariyeri boyunca çektiği filmlerde ustaca çizdiği, sert ve buyurgan insan halini, güzel bir kadına duyulan sevdayla yerle bir olana kadar sürdürüyordu. O sert, o maço hali bir sevdayla yerle bir oluyordu. Kabadayılık sona eriyor, karate ve tabancalar bir kenara bırakılıyordu. Erkek olmanın tüm halleri sevdaya mağlup olmuş gibidir canlandırdığı karakterlerde. Sevdasını kendi doğrultusunda ve taviz vermeden yönlendiriyor, ona sahip çıkıyordu her ortamda. At üstünde de olsa, otomobil tamponuna da yapışsa seyirci ondaki bu değişikliği hemen kabulleniyor, ona yakıştırıyordu. Perdede gördüğünün dışında bir neden aramıyordu. Namussuzluk ya da ihanet onun uzağındaydı her zaman. Seyircisine doğru yolu göstermek gibiydi onun kimlikleri. Seyircisinin istediğini cömertçe sunabilen bir oyuncu olarak Cüneyt Arkın, önemli bir star figürüydü her şeyden önce. Bugün artık aramızda yok. Ruhu şad olsun...

 

Bu kitabımızda Cüneyt Arkın’ın sanat serüvenini anlatmak istiyoruz. Çeşitli başlıklar altında topladığımız bu serüveni, on ana başlık altında, gerek Cüneyt Arkın ve gerekse Türk sineması alanında uzman yazarlarla birlikte çoğu ilk defa yayınlanacak fotoğraflarla bütünleyeceğiz. Ama ne kadar anlatılsa da önce bir aktörün ve sonra bir fenomenin bitmek tükenmek bilmeyen sinema aşkını anlatmanın hiç de kolay olmadığının farkındayız. Tabi ülke ve insan sevgisini de... Kitabımız tamamlandığında Türk sinema kitaplığındaki önemli bir boşluğu dolduracağına inanıyoruz.

100.YILINDA İSTANBULUN KURTULUŞU
100.YILINDA İSTANBULUN KURTULUŞU

13 Kasım 1918’de başlayan ve 6 Ekim 1923’te Türk ordusunun şehre girişiyle biten “İstanbul’un Kurtuluşu”nun öyküsünün anlatılacağı kitap, bu büyük zaferin tüm yönleriyle aydınlığa kavuşmasını sağlayacak…

1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı İmparatorluğu’nun İtilaf Devletleriyle imzaladığı Mondros Mütarekesi sonucu, Müttefik Devletlerin 5 yıl sürecek olan İstanbul’u işgal süreci yaşanıyordu… Atatürk, 13 Kasım 1918’de Dolmabahçe önüne demirleyen 22 İngiliz, 17 İtalyan, 12 Fransız ve 4 Yunan zırhlısını görünce, “Geldikleri gibi giderler” demişti. Geldikleri gibi gittiler… İşte bu “gidişinin” arkasındaki büyük hikâye bu kitapta anlatılacak…

Akademik tarih kitapları ile popüler tarih kitapları arasında bir yerde konumlanacak olan eser, kendi dönemi içinde önemli bir boşluğu doldurmayı hedefliyor… İstanbul’un kurtuluşunu anlatacak en kapsamlı çalışma olacak eserin görsel materyalleri yazarların özel arşivi ve İBB Atatürk Kitaplığı’ndan titiz bir çalışma ile toplandı…

Bir Erdemin Mirası SPORTMENLİK
Bir Erdemin Mirası SPORTMENLİK

İster sanat gösterisi ister spor karşılaşması ister siyasi bir hareketle ilgili olsun, amacı ya da sonucu şiddete varan eylemlere karışanlara genel olarak fanatik deniyor.

Uzmanlara göre fanatizm psikolojik bir rahatsızlık değil. Kimi zaman aşırı düşkünlük kimi zaman tutku ya da bağ- nazlıkla açıklıyorlar. Farklı tanımlar farklı alanlara işaret etse de ortak nokta: Bir değer, duygu veya düşünceye kuş- ku süzgecinden geçirmeksizin bağlanmak. Anglosakson ülkelerinde yaygın olarak kullanılan “fan” sözcüğü ise öncelikle spor ve müzik dünyasında “taraftar” ya da “çok seven” anlamında kullanılırken bizde bu anlam da “fa- natik” sözcüğüne yüklenmiş durumda. Medyada fanatik, bir caninin sıfatı da taraftarın sesi iddiasındaki bir gazete ismi de olabiliyor. Kendine fanatik demekten hoşlananlar en çok futbol meraklıları arasında karşımıza çıkıyor. Kav- ga, saldırı, yaralama ve arbedeye de en çok aynı alanda rastlanıyor. Alınan önlemlerle Batı ülkelerinden başla- yarak dünyadan silinmekte olan holiganizmin başka bir biçimde, üstelik yetkili yöneticiler tarafından yaşatılma- ya çalışıldığı da görülüyor. Oysa spor endüstrisinin tüm unsurlarıyla ortak bir hedef olarak benimsemesi gereken tavır, bunun tam tersi olmalı. Bu kitap olması gerekeni sergilemeyi hedefliyor.

Başkanlarıyla İstanbul
Başkanlarıyla İstanbul

Bu eser; Cumhuriyetin 100. Yılında İstanbul’u kimlerin yönettiğini bilmek, yöneticilerini tanımak, yaptıkları hizmetlerin neler olduğunu, dönemlerine göre başlatıp bitirdikleri veya yarım bıraktıkları projeleri öğrenmek amacıyla oluşturuldu. Kitabın ana odak noktası 100. Yılında Cumhuriyet’in belediye başkanları. Ayrıca belediyecilik tarihi, modern belediyeciliğe geçiş ve sonrasında yapılan hizmetler de kitapta genişçe yer buluyor.

 

Osmanlı döneminde “beledi hizmetler” olarak anılan hizmetlerin en baş sorumlusu olarak ilk başlarda İstanbul kadısının varlığını görüyoruz. İstanbul’un kadılarından başlayarak, daha sonra gelen tüm yöneticileri, Şehreminleri ve Belediye reisleri kitapta tek tek tanıtılıyor.

 

14 Nisan 1930 tarihinde çıkarılan 1580 sayılı Belediye Kanunu, Türk belediyecilik tarihi ve İstanbul Belediyesi açısından bir dönüm noktasıdır. 1884 tarihli Fransız Belediye Kanunu referans alınarak hazırlanan yasa, Osmanlı Devleti zamanında çıkarılan belediye kanunlarının tümünü kaldırarak Osmanlı belediyecilik anlayışının yerine Cumhuriyet’in belediyecilik anlayışını getirmiştir.

 

14 Nisan 1923’te Cumhuriyet döneminin ilk şehremini vekili Haydar Yuluğ’dan başlayarak, 2023 yılında Ekrem İmamoğlu dahil İstanbul’da görev yapmış 34 belediye başkanının ayrıntılı portrelerini kitapta inceleyip, halen yaşamını sürdüren başkanlarla yapılan röportajları okuyacağız. Kısa bir süre makam koltuğuna oturan başkandan 13 yıl gibi çok uzun süreler hizmet eden başkana kadar tüm belediye başkanlarının gerçekleştirdiği icraatlara tanık olacağız.

 

12 Mart 1960 ve 12 Eylül 1980 darbeleri döneminde sivillerin yerine görev yapmış asker kökenli belediye başkanlarının şehir için aldıkları ilginç ve önemli kararların ayrıntıları da kitapta yer alıyor.

 

Yerel yönetimler üzerine eserler vermiş, konunun uzmanı akademisyen, araştırmacı ve görev yaptığı yıllarda belediye başkanlarını bizzat takip eden gazetecilerin çok özel yazılarıyla hayata geçen ve dört bölümden oluşan kitapta yerel yönetimlerin demokrasi için ne kadar önemli olduğunu da yazıları okudukça anlayacağız.

 

Bu çalışma, Cumhuriyetin 100. yılında hayatımızı birçok alanda birebir etkileyen belediye kurumunun ve bu kurumların başına atanmış, vekaleten getirilmiş ya da seçilmiş başkanlarının tanınması ve yaptıkları çalışmaların anlaşılmasında önemli bir boşluğu dolduracaktır.

 

Kitap, başta Atatürk Kitaplığı olmak üzere, çok özel arşivlerden derlenen görselleriyle de bizi o tarihi dönemlere götürecek ve dönemin başkanlarını yakından tanımamıza yardımcı olacak.

 

Basket İstanbul
Basket İstanbul

Basket İstanbul  yaklaşık 120 yıl önce Boğaziçi’ne Rumeli Hisarı’ndan bakan Amerikan mektebi Robert Kolej’in bahçesinden yola çıkıp, erkek ve kadın basketbolunda Avrupa’nın en büyük kupalarının İstanbul’un çeşitli bölgelerindeki tam teşekküllü spor salonlarının parke zeminlerinde havaya kaldırıldığı bugünlere doğru, Türkiye’nin çok sevdiği turuncu topun peşinde ilerliyor.

 

Türkiye’nin basketbola beslediği kolektif sevgi yıllar içinde büyürken, bu çalışmada ülke olarak bu oyunla ilk tanışıklıklarımızı ziyaret etmek ve basketbolun “kurucu babalarına” saygı duruşunda bulunmak istedik. Kitabın ilk kısmında Ahmed Robenson’dan Rupen Semerciyan’a, Naili Moran’dan Yakovos Bilek’e, Turgut Atakol’dan Osman Solakoğlu’na, Yalçın Granit’ten Mehmet Baturalp’e birçok önemli ismin hayat hikâyelerini detaylandırıyor, bu hayatlarda basketbolun İstanbul’daki ilk günlerine dair ipuçları buluyoruz. Bebek’ten Beyoğlu’na uzanıyor, basketbolda ilk kulüpleşme emarelerini gösteren Rumların, Musevilerin ve Ermenilerin kurduğu takımların halkevlerindeki şampiyonluk mücadelelerini takip ediyoruz. Dünya ikinci kez sürüklendiği büyük savaşın yaralarını sarmaya çalışırken, İstanbul Ligi’nin emekleme yıllarında gözlerini potalar altındaki başarıya çeviren Kurtuluş, Beyoğluspor, Vefa, Modaspor, Beykoz gibi semt takımlarını yâd ediyoruz; Galatasaray’ın ülke çapında “Yenilmez Armada” olarak nam salan kadrosunun oluşum sürecini, futboldaki rekabeti parkelere taşımak için ilk adımlarını atan Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın varoluş mücadelesini ve onlara eklenen Darüşşafaka, İstanbul Teknik Üniversitesi gibi şehrin “okullu” takımlarını da farklı yazılarda mercek altına alıyoruz.

 

İkinci kısımda Gümüşsuyu’ndaki İTÜ Spor Salonu’nun yıllanmış parkelerinden Taksim Meydanı’na çıkıyor, Spor Sergi jenerasyonunu selamlıyoruz. 1966-67 sezonuyla beraber başlayan Deplasmanlı Basketbol Ligi’ndeki mücadele, basketbolun İstanbul’un ve Türkiye’nin popüler kültürünün değişmez bir parçası haline geleceğini müjdelerken, o yıllara damga vuran “müzelik” oyuncuları ve âdeta birer hanedanlık kuran İTÜ, Eczacıbaşı gibi özel takımları yakın plana alıyoruz. 1950’li yıllarda Türk basketbolcusunun standartlarını yukarıya çekip Avrupa sayı krallığı listelerinde ve Paris Racing formasıyla boy gösterdiği L’Equipegazetesinin sayfalarında bıraktığımız Yalçın Granit’i bu vesileyle tekrar ziyaret ediyoruz; gerek İTÜ ve Eczacıbaşı’nda, gerekse de milli takımlarımızda uluslararası başarıya giden yolda bir antrenör ve basketbol düşünürü olarak yaptığı katkıları hatırlıyoruz. Bir gazetenin Yurttan Haberler köşesinde keşfedilen Sivaslı bir “gardıropçu” nasıl oldu da Türk basketbolunun seyrini değiştirdi? 2,15’lik Hüseyin Alp’in potalar altında ve Yeşilçam setlerinde ilerleyen ilginç hikâyesini de bu kitabın sayfalarında okuyacaksınız. Ondan bayrağı devralan ve spor sayfalarında futbolcu arkadaşlarından rol çalmaya başlayan Efe Aydan ve Erman Kunter’in bıraktığı izleri hatırlayacak; Türkiye’nin yetmişli yıllarda tanıştığı sıra dışı bir karakteri, rekortmen koç Aydan Siyavuş’u da Eczacıbaşı basketbolunun emektar oyuncularının anılarıyla tanımış kadar olacaksınız. Siyah-beyaz renklere gönül verenlerin ezbere saydığı 1974-75 kadrosunu, Battal Durusel’i ve çabucak “bizden biri” olan Tom Davis’i unutmak ne mümkün… Atlantik’in karşı kıyılarından ülkemize gelip Türk basketboluna önemli katkılar vermiş bazı spor emekçilerini de bu kısımda anmaya çalıştık.

 

Üçüncü kısımda sahne değişiyor… Basketbol yavaş yavaş Avrupa’da da spor endüstrisinin önemli bir paydaşı haline gelmeye başlarken, Türk basketbolunun denizaşırı algısının güçlenmesine yardımcı olan öncü isimlere uğruyoruz bu son kısımda. Merter’de sessiz sedasız Türk basketbolunun ikinci miladına hazırlanan Aydın Örs’ün ilk başantrenörlük günlerinden, Abdi İpekçi Spor Salonu’ndaki tıklım tıklım tribünlere ve 1996 Koraç Kupası zaferine bir solukta geliyoruz. Galatasaray futbolunda Jupp Derwall’in yarattığına benzer bir etkiyi kadın basketbolumuz için gerçekleştiren Betsy Bailey de özel bir teşekkürü hak ediyor. Bailey gibi Türkiye’den uzak topraklarda doğmuş olsalar da bu basketbol devriminin önemli birer parçası olmuş Petar Naumoski ve Zeljko Obradovic de… 2000’lere gelinirken fondaki müzik de değişiyor; 12 Dev Adam marşının ezgisi eşliğinde önce Avrupa Şampiyonası’nda sonra Dünya Kupası’nda kazanılan gümüş madalyaların arka planını, birinci dereceden tanıklarından dinliyoruz. Sonra erkek milli takımımızın yapamadığını başarıp, Türkiye’yi basketbolda altmış yıl uzak kaldığı Olimpiyat sahnesine kavuşturan Potanın Perileri fenomeninin ortaya çıktığı yıllara gidiyoruz. Ve hikâyenin sonunda, Ataköy, Maslak ve Ataşehir’deki çeşitli spor salonlarında, Avrupa’nın en büyük kupalarını havaya kaldıran basketbol kulüplerimizin, Türk basketbolcuların ve antrenörlerin silüetleri var. Aydın Örs’ün mirasını yaşatmak için çabalayan bu isimleri andıktan sonra, 2020’li yılları Anadolu Efes’in başında üst üste iki EuroLeague şampiyonluğu kazanan Ergin Ataman’la beraber selamlıyoruz.

 

İstanbul Basın Tarihi I. Cilt
İstanbul Basın Tarihi I. Cilt

İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Kültür Yayınlarından iki ciltlik yeni bir referans kitap, yeni bir kaynak eser daha…  İletişim uzmanı akademisyenler, deneyimli gazeteciler Babıali basınından dijital medyaya gazeteciliğin dünden bugüne tarihini yazdı: İstanbul-Babıali-Basın; Kültürel Belleğimizin 200 yıllık inşa alanı…

 

 

Avrupa’daki ilk gazetelerden 300 yıl sonra, şeyhülislam fetvası ve padişah izniyle ilk kez faaliyete başlayan Osmanlı gazeteciliğinin aslında çok daha eskiye dayanan kökeni ve ilk örneklerin anlatıldığı birinci ciltte, gazetelerin toplumu aydınlatan ışığını da, gazetecilerin sarayla ve parayla ilişkisini de, sınırı çizen yasak, sansür, sürgün, zindan, suikastlar zincirini de ayrıntılarıyla bulmak mümkün.

 

İlk cildin sonundaki son Osmanlı gazetelerinin bazıları ikinci ciltte Cumhuriyet’teki gazeteciliğin ilk örneklerine dönüşüyor. Kurtuluş Savaşına karşı tutumu sebebiyle, Cumhuriyet’in başlangıcında merkez rolü gibi, itibarını da bir süre kaybeden İstanbul gazeteciliğinin yeniden yükselişi ve Babıali’den plazalara uzanan yolculuğu ikinci cildin omurgasını oluşturuyor.

 

Günümüzde kamu adına yönetimleri denetim sorumluluğu sebebiyle Avrupa’da ‘Halkın bekçi köpeği’ olarak tanımlanıp, özgürlüğü yasalarla teminat altına alınan gazeteciliğin Türkiye’deki yasak, sansür, ceza üçgeninde geçirdiği değişim de her ayrıntısıyla ikinci cildin kapsamında yer alıyor.

 

Yasalarda demokrasilerin sürekliliğinin teminatı olarak görülen gazeteciliğin, 200 yıllık İstanbul yolculuğunun her ayrıntısını ilk kez bu kapsamda bir araya getiren 2 ciltlik kaynak eser, 28 Ekim’de TÜYAP kitap fuarında okurlarıyla buluştu.

 

Yükselen teknolojiyle bugün, her an farklı araçlarla, farklı mecralarda canlı yayınla karşımıza çıkabilen medyayı doğru anlamak, doğru kullanarak faydalanmak için her okura hitap eden eserin, kıymetli bir referans kaynağı olarak okul ve üniversitelerle, kütüphaneler başta olmak üzere, tüm kamu kurumlarının kitaplığında bulunması gerekmektedir.

İstanbul Basın Tarihi II. Cilt
İstanbul Basın Tarihi II. Cilt

 

İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Kültür Yayınlarından iki ciltlik yeni bir referans kitap, yeni bir kaynak eser daha…  İletişim uzmanı akademisyenler, deneyimli gazeteciler Babıali basınından dijital medyaya gazeteciliğin dünden bugüne tarihini yazdı: İstanbul-Babıali-Basın; Kültürel Belleğimizin 200 yıllık inşa alanı…

 

 

Avrupa’daki ilk gazetelerden 300 yıl sonra, şeyhülislam fetvası ve padişah izniyle ilk kez faaliyete başlayan Osmanlı gazeteciliğinin aslında çok daha eskiye dayanan kökeni ve ilk örneklerin anlatıldığı birinci ciltte, gazetelerin toplumu aydınlatan ışığını da, gazetecilerin sarayla ve parayla ilişkisini de, sınırı çizen yasak, sansür, sürgün, zindan, suikastlar zincirini de ayrıntılarıyla bulmak mümkün.

 

İlk cildin sonundaki son Osmanlı gazetelerinin bazıları ikinci ciltte Cumhuriyet’teki gazeteciliğin ilk örneklerine dönüşüyor. Kurtuluş Savaşına karşı tutumu sebebiyle, Cumhuriyet’in başlangıcında merkez rolü gibi, itibarını da bir süre kaybeden İstanbul gazeteciliğinin yeniden yükselişi ve Babıali’den plazalara uzanan yolculuğu ikinci cildin omurgasını oluşturuyor.

 

Günümüzde kamu adına yönetimleri denetim sorumluluğu sebebiyle Avrupa’da ‘Halkın bekçi köpeği’ olarak tanımlanıp, özgürlüğü yasalarla teminat altına alınan gazeteciliğin Türkiye’deki yasak, sansür, ceza üçgeninde geçirdiği değişim de her ayrıntısıyla ikinci cildin kapsamında yer alıyor.

 

Yasalarda demokrasilerin sürekliliğinin teminatı olarak görülen gazeteciliğin, 200 yıllık İstanbul yolculuğunun her ayrıntısını ilk kez bu kapsamda bir araya getiren 2 ciltlik kaynak eser, 28 Ekim’de TÜYAP kitap fuarında okurlarıyla buluştu.

 

Yükselen teknolojiyle bugün, her an farklı araçlarla, farklı mecralarda canlı yayınla karşımıza çıkabilen medyayı doğru anlamak, doğru kullanarak faydalanmak için her okura hitap eden eserin, kıymetli bir referans kaynağı olarak okul ve üniversitelerle, kütüphaneler başta olmak üzere, tüm kamu kurumlarının kitaplığında bulunması gerekmektedir.

 

 

 

Atatürk ve Cumhuriyet I. Cilt
Atatürk ve Cumhuriyet I. Cilt

100. Yılında Atatürk ve Cumhuriyet, Cumhuri-

yet’in ilanından Atatürk’ün vefatına kadar olan 15

yıllık süreci pek çok açıdan ele alıyor. Fakat bunu

yaparken de okuyucuya bırakmak üzere bir nevi

15 yılın vizyonunu bugün ile kıyaslıyor. 100 yılın

ardından hangi ölçüde buna bağlı kalınmış ya da

ne kadar sürdürülebilmiş anlamlı bir mercek tutu-

yor. İlk cilt “Siyaset, Ekonomi, Hukuk ve Basın”;

ikinci cilt ise “Toplumsal Hayat, Eğitim, Kültür ve

Sanat” başlıklarından oluşuyor.

Kitaba, çok değerli araştırmacı, akademisyen

ve yazar dostlarımız katkı verdi, her birine ayrı ayrı

teşekkür ediyorum. Şayet bizler Cumhuriyet’in

ikinci yüzyılına köprü olup gerçek bilgileri akta-

racaksak hiç şüphesiz bu anlamlı eserler sayesinde

olacaktır…

Atatürk şöyle der: “Efendiler, medeni olmayan

insanlar medeni olanların ayakları altında kalmaya

mahkûmdurlar…” Bağımsız ve hür bir toplumun

çıkış noktasını çok güzel işaret etmiş ulu önder

Atatürk. 100. Yılında Atatürk ve Cumhuriyet, me-

deni ve uygar bir toplum olma yolunda memleke-

tin aldığı yola 15 yıllık bir zaman diliminden ba-

kıyor. Görsel zenginliğiyle anlatımını da pekiştiren

eser herkes için bir başvuru kaynağı.

Atatürk ve Cumhuriyet II. Cilt
Atatürk ve Cumhuriyet II. Cilt

100. Yılında Atatürk ve Cumhuriyet, Cumhuri-

yet’in ilanından Atatürk’ün vefatına kadar olan 15

yıllık süreci pek çok açıdan ele alıyor. Fakat bunu

yaparken de okuyucuya bırakmak üzere bir nevi

15 yılın vizyonunu bugün ile kıyaslıyor. 100 yılın

ardından hangi ölçüde buna bağlı kalınmış ya da

ne kadar sürdürülebilmiş anlamlı bir mercek tutu-

yor. İlk cilt “Siyaset, Ekonomi, Hukuk ve Basın”;

ikinci cilt ise “Toplumsal Hayat, Eğitim, Kültür ve

Sanat” başlıklarından oluşuyor.

Kitaba, çok değerli araştırmacı, akademisyen

ve yazar dostlarımız katkı verdi, her birine ayrı ayrı

teşekkür ediyorum. Şayet bizler Cumhuriyet’in

ikinci yüzyılına köprü olup gerçek bilgileri akta-

racaksak hiç şüphesiz bu anlamlı eserler sayesinde

olacaktır…

Atatürk şöyle der: “Efendiler, medeni olmayan

insanlar medeni olanların ayakları altında kalmaya

mahkûmdurlar…” Bağımsız ve hür bir toplumun

çıkış noktasını çok güzel işaret etmiş ulu önder

Atatürk. 100. Yılında Atatürk ve Cumhuriyet, me-

deni ve uygar bir toplum olma yolunda memleke-

tin aldığı yola 15 yıllık bir zaman diliminden ba-

kıyor. Görsel zenginliğiyle anlatımını da pekiştiren

eser herkes için bir başvuru kaynağı.

Modern İstanbul'u İnşa Edenler
Modern İstanbul'u İnşa Edenler

İstanbul dünyadaki ve diğer dünya başkentlerindeki gelişmelerle paralel olarak, “modernleşme” adı altına en büyük değişim ve dönüşümünü 19. yüzyılda yaşadı. Ardı arkası kesilmeyen ve şehri devamlı tehdit eden yangın riskine karşı ahşap yapıların yerini, büyük oranda modern ihtiyaçlara cevap vermeye çalışan kargir yapılar aldı. Bugün İstanbul’un sembolü haline gelmiş ve şehrin kültürel mirasının büyük bir paydasını oluşturan 19. yüzyıl yapıları ve bu büyük çaplı inşa faaliyetini yürüten mimarlar ise dağınık çalışmaların dışında şimdiye kadar bir bütün olarak ele alınmadı. 

 

Bu çok yazarlı kitap, 19. yüzyıl İstanbul’una ve sanayideki, teknolojideki, politik ve sosyal hayattaki reform ve modernleşme hareketlerinin İstanbul’a, İstanbul’un imarına nasıl yansıdığını, dönemin Istanbul’unu inşa eden mimarlar ve İstanbul’da bıraktıkları eserleri üzerinden yorumlayacaktır. Her makaleyi, konusunda uzman, yazdığı konu üzerine uzun yıllar arşiv araştırmaları yapmış, çalışmalar yayınlamış ve dersler vermiş akademisyenler kaleme alacak, bazı makaleler Raimondo D’Aronco veya Alexandr Vallaury gibi tek bir mimara odaklanırken, bazıları Fossati ve Balyan gibi büyük mimar ailelerini, bazıları ise 19. Yüzyıl İstanbul’unun Rum Mimarları gibi belli bir grubu inceleyecek ve bu grubun inşa ettiği eserleri konu edinecektir. 

Neşet Ertaş
Neşet Ertaş

 

20’inci yüzyılın en büyük ozanlarından Neşet Ertaş, eserleri, hayatı ve mirasıyla hayatımızı etkilemeye devam ediyor. Bu büyük sanat insanının hayatını, bu hayata tanıklık eden, yaşadığı dönemin sosyolojik ve antropolojik koşullarını inceleyen isimler ışığında ele alacağız.

 

Türkiye’de doğduğu yıllara hakim atmosfer, içinde büyüdüğü âşıklık geleneği, babası ve ustası Muharrem Ertaş, sanatıyla tanınmaya başlandığı zamanlar, Almanya’ya onu götüren koşullar ve o Almanya’da yaşarken Türkiye’deki yansımaları başlıklarımız arasında. Neşet Ertaş’ı emsallerinden ayıran özelliklerinden biriyse, hayatında birkaç kez şöhretin zirvesine tırmanması. Neredeyse unutulmuş ve efsaneye dönmüşken, Almanya’dan gelişi, Türkiye’de yeniden ve bu kez toplumun farklı kesimlerince benimsenmesi onu özel kılıyor.

 

Ertaş’ın yaşamında sayısı tam olarak tespit edilemeyen çoklukta albümü var. Bu külliyatın hepsine eksiksiz bakmak mümkün olmasa da, içlerinden bir seçki yapmak, hakkında çıkan haberlere yer vermek, röportajları kullanmak ve yeni röportajlar yapmak kitabın içerikleri arasında. Ayrıca büyük bir müzik olayı olan Harbiye Konseri’nin yankıları, vefatı sonrasında hakkında çıkanlar, MÜZÜK Dergisi’ne yıllar süren sessizliğinin ardından verdiği röportaj da kullanacağımız içerikler arasında.

 

Arşivlerin taranması, fotoğraflarının temini ve gazete küpürlerinin derlenmesi görsel malzeme çeşitliliğini sağlayacak.

Büyükdere Fidanlığı
Büyükdere Fidanlığı

Tanzimat dönemi ile beraber kendisini devletin ve toplumun her hücresinde hissettiren yenileşme hareketleri, zirai alanda da kendisini göstermiştir. Ülkenin içerisinde bulunduğu siyasi ve ekonomik durum, bu süreci yer yer sekteye uğratmıştır. Birinci Dünya Savaşı ve ardından gelen İstiklal mücadelesi sürecinde ülkenin itici gücü konumunda olması gereken ziraat, istenen düzeyde olmadığı için çeşitli aksaklıklar yaşanmıştır. Cumhuriyetin ilanını takip eden yıllar itibariyle bizzat Atatürk eliyle gerçekleştirilen pek çok devrim gibi tarım/ziraat alanında da köklü atılımlar gerçekleştirilmiş, gerçekçi adımlar atılarak bilimsel bir metodoloji takip edilmiş ve Türk tarımı olması gereken yere ulaştırılmaya çalışılmıştır. Bu amaç çerçevesinde 1928 yılında Atatürk’ün direktifi ile hayata geçirilen Büyükdere Meyve Islah istasyonu, yapılmak isteneni en net biçimde gözler önüne seren önemli bir girişimdir. Fidanlık, varlığını sürdürdüğü yıllar içerisinde pek çok nitelikli bahçıvanın yetişmesini sağlayan, halkın meyveye ulaşmasını kolaylaştıran, çok kaliteli meyve fidanları ve tohumların yetiştirilmesi ve dağıtılması yanında çeşitli süs bitkileri ve fidanlar yetiştirerek de şehrin ve ülkenin görünümünü değiştiren, çıkartılan kataloglar vesilesiyle de bu faaliyetlerinden toplumu haberdar eden ve üretilen fidanların satışlarını gerçekleştiren ve aynı zamanda toplumsal eğitime de katkı sunan bir yapı olmuştur. Zaman içerisinde kaderine terk edilen bu Ata mirası, yeniden canlandırılarak yeniden bahçıvan yetiştiren, yeniden tohum üreten bir hale getirilmiştir.

İstanbu'lun Gazi Vapurları ve Gazi Gemileri
İstanbu'lun Gazi Vapurları ve Gazi Gemileri

Türk denizcisi gerek Birinci Dünya Savaşı gerekse Kurutuluş Sava- şı’nda mucizevi başarılar ile karadaki savaşın sonucunu belirlemeye katkı sağlamıştır. Denizcilerin desteklediği her iki savaş kazanılmıştır ancak Çanakkale Muharebeleri kazanıldığı hâlde siyasi zafer elde edilememiş ve Osmanlı teslim olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın farkı hem sahada hem ma- sada zaferin kazanılmasıdır. İkisinin ortak yönü denizcilerin her ikisinde de görevini sonuna kadar yerine getirmiş olmasıdır. Osmanlı Donanması Mondros sonrası teslim alınmış, yerine teslimiyeti reddeden Kuva-yı Mil- liye Donanması çıkmış, Cumhuriyet’in ilanı ile Cumhuriyet Donanması görevi devralmıştır. Sonsuza dek Cumhuriyet Donanması’nın görevinin başında olacağından şüphemiz yoktur. 

Mimar Sinan
Mimar Sinan

Sinan, tarihte hakkında en fazla metin üretilen mimarlardan biridir. Belgelere, dönemin görgü tanıklıklarına ve Sinan’ın yapılarının teknik analizine dayanan bilimsel yayınlar akademiyi hedeflerken, halk arasında yaygın söylenceler ve anakronik rivayetleri harmanlayan edebi/popüler yayınlar ise genel okuyucu kitlesini hedefliyor. Bilimsel yayına ilgi göstermeyen genel okuyucu kitlesi, popüler yayınların sunduğu gerçekdışı, hatta kimi zaman gerçeküstü betimlenen Sinan figürünü benimsiyor.

Doç. Dr. Mustafa Çağhan Keskin’in editörlüğünü, Dr. Aysu Ateş’in editör yardımcılığını üstlendiği, tamamı mimar ve sanat tarihçisi kökenli akademisyen ve meslek profesyonellerinden oluşan yazar kadrosu ile bu kitap, Sinan hakkında bilimsel ve popüler konuları akademik bir şekilde bir arada ele almayı amaçlıyor. Akademik bakımdan özgün makalelerin bulunduğu kitap, Sinan araştırmaları için bir kaynak eseri olmayı amaçlamanın yanında, sıradan okuyucu kitlesini ilgisini cezbeden konuları barındırmasıyla hem akademik hem de sıradan okuyucuyu hedefliyor.

Kitap içeriği temelde dört başlık altında değerlendirilebilir;

İlk kısım, doğrudan Sinan figürüne odaklanıyor. Prof. Dr. Selçuk Mülayim, Sinan’ın kısa bir hayat öyküsünü sunuyor. Doç. Dr. Mustafa Çağhan Keskin, “Sinan’ın Mimar Egosu” başlıklı denemesinde otobiyografileri üzerinden Sinan’ın öz imgesini nasıl şekillendirdiği ve mesleki özgüvenini ortaya koyuş biçimini tartışıyor. Dr. Aysu Ateş, Sinan’ın meslek hayatı boyunca elde ettiği birikimi kurumsallaştırdığı vakfını irdeleyerek, mal varlığı üzerinden bir sosyal statü denemesi yapıyor.

İkinci kısım, Mimar Sinan kültüne odaklanıyor. Ahmet Aygün, Cumhuriyetin ilk yıllarında bir milli kahraman olarak yeniden keşfedilen Sinan’ı anmak üzere mimar ve akademisyenlerden müteşekkil olarak örgütlenen ve Mimar Sinan Mühibleri Cemiyeti’ni faaliyetleri ve kadrosu eşliğinde tartışıyor. Doç. Dr. Çiçek Akçıl Harmankaya, Resim, heykel, madeni para, banknot, pul vs. gibi sanat nesneleri ile gündelik objelere yansıyan Sinan görsellerini ve tarihten bugüne akışını değerlendiriyor. Prof. Dr. Muharrem Kaya, halk kültüründe popüler Sinan efsanelerini derliyor. Prof. Dr. Simge Özer Pınarbaşı, “Popüler Kültürde Mimar Sinan İmgesi” başlıklı makalesinde edebiyat ve sahne sanatlarında Sinan’ın işleniş biçimini ele alıyor. Dr. Göksu Özden Öner, Sinan yapılarının ana figür ya da dekor olarak görsel sanatlarda temsilini örnekler eşliğinde ortaya koyuyor.

Üçüncü kısım, Sinan mimarlığına odaklanıyor. Şükrü Sönmezer, Sinan yapılarındaki geleneksel uyarlamaları irdeleyerek Sinan’ın bir mimar olarak tarihselci/historisist yaklaşımını değerlendiriyor. Dr. Serkan Angı, Sinan’ın yapılarında kullandığı doğal taşlar ve taş ocaklarının izini sürüyor. Prof. Dr. İlknur Kolay, Sinan külliyelerini şekillendiren açık alanlar ile kapalı hacimlerin analizini yapıyor. Dr. Serhan Tuncer, Sinan camilerinde akustiğin tasarıma etkisini bilimsel veriler üzerinden irdeliyor. Dr. Umut Akyüz, Osmanlı cami mimarlığına Sinan tarafından eklemlenen galerileri tartışıyor. Doç. Dr. Rabia Özakın, Sinan yapılarındaki bezeme programını malzeme ve teknik ile kullanım yeri bakımından değerlendirerek, güncel koruma sorunlarını ortaya koyuyor. Mehmet Berksan, Süleymaniye Camii’nin avlusunda bulunan Sinan’ın mühendislik birikimi ve teknik becerisini ortaya koyan şadırvan ve çalışma sistemini tarihi kaynaklar ve teknik detaylar eşliğinde ele alıyor. Dr. Duygu Turgut, Sinan mimarlığının köklerini doğduğu yerleşim Ağırnas’ta arıyor.

Dördüncü kısım, Sinan’ın yaşadığı döneme yani Sinan Çağına odaklanıyor. Prof. Dr. Selçuk Mülayim, Sinan Çağı’nın sanat ve siyaset alanındaki önemli olaylarını bir kronoloji eşliğinde sunuyor.

Kapanmayan Parantez HALKEVLERİ
Kapanmayan Parantez HALKEVLERİ

Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının yeni ulus devlet projesinin toplumsal temellerini köklü hale getirmek ve yaygınlaştırmak amacıyla açtığı Halkevleri (1932) günümüze değin akademik alanda farklı yönleriyle pek çok çalışmaya konu oldu.

Halkevleri’nin ideolojik ve siyasal işlevi, kültürel etki alanı, toplumsal örgütlenme dinamikleri ve yenilikçi hedeflerinin, faaliyetlerinin, başarılı ve başarısız işlevlerinin bütün yönleriyle ele alındığı çalışmaların popüler anlatıda ise hayli sınırlı olduğu görülmekte. 

Bu çalışma, Halkevleri’nin hem Demokrat Parti iktidarınca kapatılmasına kadar (1951) olan birinci dönemi, hem 1961 Anayasası’nın kabulünün ardından yeniden açılmasıyla (1963) başlayan ikinci dönemi hem de 1980 darbesinde bir daha kapatıldıktan sonra farklı bir siyasal ekosistemin içinde yeniden açılmasıyla (1987) başlayan üçüncü dönemini ele alıyor. 1932’den bugüne kadar Halkevleri’ni kitle kültürü ile ilişkilendirerek ve bütünlükçü bir bakışla okurlara anlatmayı amaçlıyor. 

Kitapta, Halkevleri’nin; kurumsal, örgütsel tarihi ve dönüm noktaları, yetişmesine katkıda bulunduğu edebiyat ve kültür insanlarından öne çıkan bazılarının hikayeleri, Türk modernleşmesi ve cumhuriyet aydınlanmasındaki değeri, Cumhuriyet’in kurucu ideolojisinin ve kadrolarının örgütlendiği CHP ile organik ve siyasal ilişkisi, merkezi yayın organı Ülkü dergisinin Türk basın tarihindeki önemi, arkeoloji çalışmalarındaki katkısı ile Türk Tarih Tezi  ve Türk mili kimliğinin işlenmesi açısından kıymeti ele alındı. 

Çalışmada ayrıca, “kimlikli” kentler ve kent kimliğinin “beyanı” olarak müzecilik denilince Halkevleri’nin katkısı adına söylenebilecekler, Türk tiyatrosunun birikiminde hatırlanabilecek bir katkı olarak Halkevleri’nin “harcının” ne olduğu, yaygın eğitim kurumu açısından Halkevleri’nin işlevi, Halkevleri’nde folklor çalışmalarının öne çıkardıkları,  Cumhuriyet’in müzik politikalarında Halkevleri’nin ideolojik katkısı ve farklı illerdeki Halkevleri’nin çalışmalarından örneklerin yanı sıra Diyarbakır Halkevi’nin kuruluşu ve faaliyetleri farklı yazarlarca incelendi. 

Kitapta, sanatçı Metin Akpınar ve gazeteci, siyasetçi Altan Öymen’in hatıralarını kaleme alarak katkıda bulunduğu çalışmada Mustafa Balbay, Işık Kansu, Fikret Bila gibi gazeteciler ile aralarında Taner Timur ve Anıl Çeçen’in de yer aldığı akademisyenlerin makalelerine yer verildi.

Popüler bir dille kaleme alınan çalışma, Halkevleri konusunu çalışan araştırmacılardan ziyade, okuma alışkanlığının her geçen gün gerilediği toplumumuzun, Halkevleri’ni bir biçimde duyan ama merakını gidermek için okuma motivasyonu bulmakta zorlanan, kaynak sıkıntısı çeken kesimlerini, gençleri ve kitapseverleri hedefliyor. 

Kitabın görsel içeriğinde yer alacak materyaller için araştırmacılar, özel arşiv sahipleri yanı sıra yazarların kişisel arşivlerinden faydalanıldı.

İSTANBUL ÖYKÜLERİ Antolojisi
İSTANBUL ÖYKÜLERİ Antolojisi

İstanbul yüzyıllara yaslanan zengin geçmişiyle zamanın her farklı döneminde kendi hikâyesini yeniden kuran bir şehir. Kimi zaman bir şiir, kimi zaman nostaljik bir sıcaklık, kimi zaman da hayatın en gerçekçi, en yalın hâli olarak öykülerde karşımıza çıkıyor, misafirimiz oluyor. Kimi zaman yeryüzünde mümkün olan kentlerin en vefakârı, en kıymetlisidir, kimi zaman da modern dünyanın nasiplendiği kıstırılmışlık psikozuyla bireyi kuşatma altında tutan bir kent kimliğine bürünür. Ama her şeye rağmen vazgeçilmez bir tutkudur İstanbul. Bu tutku dizelerde kanatlanır bir kuş olur, bir çiğ tanesi misali mavi bir öyküde nefes alır.

Yedi tepeli şehir, hatıraya getirdikleriyle, esinlediği ve imgelediği özellikle- riyle tarih, toplum, mekân birlikteliğini canlılıkla bir arada tutmasını bilmiştir. İstanbul’un hafızasında yer etmiş nice yaşanmışlıklar hep edebiyatla, edebi- yatın incelikli diliyle yüzyıllardan bugüne ulaştı ve ulaşmaya devam edecek. Yazdıklarıyla ve yaşadıklarıyla İstanbul’a renk vermiş, öykücülüğümüze soluk olmuş pek çok isim var. Öykülerde İstanbul bu çabanın yeni bir halkası olarak 100 yıllık Cumhuriyet tarihinin öykülerdeki bellek haritasını çıkarıyor.

Öykülerde İstanbul bir ilk değil ama kapsamı, içerdiği öykü hacmi ve özenli yöntemiyle bir ilk. Daha önce yayımlanan İstanbul öyküleri antolojilerinden ayrılan pek çok yönü var. Ayırt edici en önemli özelliği kuşkusuz öykücülüğümüzün bütün dönemlerini kapsaması oluşturuyor. Kitapta yer alan öyküler bağlamında Türk öykücülüğünün gelişim çizgisi, duyuş ve anlatım zenginliği, geçirdiği dönüşüme kent ve insan bağlamın- da tanıklık etmek mümkün. Bu anlamıyla tematik bağlamının sınırlayıcılı- ğına rağmen bütünlüklü bir Türk edebiyatı öykü antolojisi olarak da oku- nabilecek bir çalışma. Giriş yazısında öykücülüğümüzün ana hatlarını ve geçirdiği dönüşümü çerçeve içerisine aldık. Kitabın sonunda yer alan kay- nakça aracılığıyla da bugüne kadar yayımlanmış öykü kitaplarının ilk bas- kı tarihlerine göre zamandizinsel açılımı ortaya kondu. İstanbul’u odağına alan pek çok öykü, kitabın hacmi dolayısıyla bu çalışmanın dışında kaldı. Elinizdeki toplam hem Türk öykücülüğünün yazınsal yetkinlik skalasının hem de içerik zenginliğinin imbikten geçirilmiş bir özetini oluşturuyor.

Geleneksel hikâye anlatıcılığından modern öyküye geçen süreçte öykücülüğümüzün geçirdiği pek çok dönüşüm ve kırılma noktası var.

46 Pera II .......................................................................................... 703

47 48 49 50

AYLA KUTLU

Bal Biriktiren Kız .......................................................................... 717

CAHİT ZARİFOĞLU

Savunma ...................................................................................... 725

RASİM ÖZDENÖREN

Köprünün Döşünde...................................................................... 739

TOMRİS UYAR

Filizkıran Fırtınası ........................................................................ 743


minde kendi hikâyesini yeniden kuran bir şehir. Kimi zaman bir şiir,

stanbul yüzyıllara yaslanan zengin geçmişiyle zamanın her farklı döne-

11

Görsel kaldırıldı.

Görsel kaldırıldı.

Bu dönüşümün en net fotoğrafını ise daha çok antolojiler aracılığıyla çeke- biliyoruz. O nedenle bir antolojinin başarı ölçütü de olabildiğince nesnel olmasına bağlıdır. Bu çalışmada hem tematik içeriğin sınırlayıcılığı hem de kitapta yer alması düşünülen kimi öykülerin yayın izinlerinin alınamama- sından ötürü kimi öykücüler bu toplamın dışında kaldı.

Türk modernleşmesinin en genç ve ele avuca sığmaz yazınsal türlerin- den olan öykü belli dönemlerde daha çok romanın gölgesinde kalmasına rağmen her zaman dinamizmini koruyan bir tür olmuştur. Dönüşüm ge- çirdiği her döneminde dil, anlatım, mekân ve insan kavrayışında farklılık- lar göstererek bugüne gelen öykümüz, modernleşen edebiyatımızın temel kırılma noktalarına da tanıklık etmiş oluyor. 2000’li yıllardan başlayarak günümüze kadar geçen süreçte öyküde enflasyonist bir patlamadan söz etmek mümkün. Aslında son yıllarda hiçbir kalıba sığmayan her kitabın öykü ya da anlatı formunda sunulmasından kaynaklı şişirme bir patlama- dan söz etmek daha doğru olacaktır. Günümüzde yeniden canlanan öykü yayıncılığının önündeki en önemli tuzaklardan birisinin de bu “patlama” olduğunu düşünüyorum. Öykü olarak değerlendirilemeyecek pek çok metnin çoğunlukla yayıncı marifetiyle bir etikete büründürülmek isten- mesinden kaynaklanıyor bu durum. Bütün bu olumsuzluklara ve dijital çağ manipülasyonlarına rağmen öykümüz yenilikçi ve başkalaşan yüzüyle yepyeni yapıtlar ortaya koymaya devam ediyor.

Öykülerde İstanbul başlangıcından bugüne bu tanıklığın en güzel ör- neklerine yer veriyor sayfalarında. Geçmişin hatıralar salonunda konak- layan tüm yaşanmışlıkları bugünümüze taşıyor. İstanbul’u onsuz düşüne- meyeceğiniz pek çok yazarın kaleminden süzülen kelimelerle bu kentin sokaklarında dolaşacak, acılara ve sevinçlere ortak olacaksınız. Çünkü her şeyden önce sıcak bir anlatım ve duyuş zenginliği var bu öykülerde. Bir bütün olarak yaşamın içerisinde akan kent belleği var.

Öykülerde İstanbul, sessizlikle ve bir anda olup biten bir şiirin şidde- tiyle okurunu sarsan, bilinmeyen fakat aynı zamanda çok tanıdık bir öykü dünyasına davet ediyor bizi. Elinizdeki çalışma bugüne kadar yapılmış en kapsamlı İstanbul öyküleri antolojisi olma özelliği taşıyor. 100 yazardan 100 öykünün içinde yer aldığı bu çalışmada çok uzak bir geçmişten yan- kısını duyduğunuz masalsı bir rüyanın izini süreceksiniz.

 

İstanbul Öyküleri Antolojisi ( 2 Cilt)
İstanbul Öyküleri Antolojisi ( 2 Cilt)

İstanbul yüzyıllara yaslanan zengin geçmişiyle zamanın her farklı döneminde kendi hikayesini yeniden kuran bir şehir. Kimi zaman bir şiir, kimi zaman nostaljik bir sıcaklık, kimi zaman da hayatın en gerçekçi, en yalın hâli olarak öykülerde karşımıza çıkıyor, misafirimiz oluyor. Kimi zaman yeryüzünde mümkün olan kentlerin en vefakârı, en kıymetlisidir, kimi zaman da modern dünyanın nasiplendiği kıstırılmışlık psikozuyla bireyi kuşatma altında tutan bir kent kimliğine bürünür. Ama her şeye rağmen vazgeçilmez bir tutkudur İstanbul. Bu tutku dizelerde kanatlanır bir kuş olur, bir çiğ tanesi misali mavi bir öyküde nefes alır.

Yedi tepeli şehir, hatıraya getirdikleriyle, esinlendiği ve imgelediği özellikleriyle tarih, toplum, mekân birlikteliğini canlılıkla bir arada tutmasını bilmiştir. İstanbul’un hafızasında yer etmiş nice yaşanmışlıklar hep edebiyatla, edebi- yatın incelikli diliyle yüzyıllardan bugüne ulaştı ve ulaşmaya devam edecek. Yazdıklarıyla ve yaşadıklarıyla İstanbul’a renk vermiş, öykücülüğümüze soluk olmuş pek çok isim var. Öykülerde İstanbul bu çabanın yeni bir halkası olarak 100 yıllık Cumhuriyet tarihinin öykülerdeki bellek haritasını çıkarıyor.

ÖLÜME BİR KARTPOSTAL
ÖLÜME BİR KARTPOSTAL

BİR OSMANLI TEĞMENİNİN MUHTIRA DEFTERİ

 

 

Bu defter bir Osmanlı teğmeninin 1916 yılında tuttuğu günlüktür. Muhtıra defterinin sahibi 19. Alay, 2. Tabur, 6. Bölük’ten mülâzım-ı sânî Dalzâde Mustafa Fuad bin Ziyaeddin’dir. Teğmen günlük notlarının yanı sıra askerlik, eğitim, gelecek, vatan ve millet üzerine düşüncelerini de not almıştır. Defterde yazılar haricinde talim cetveli, düşman kolordusu tertibatı krokisi, cephenin topografyası ile düşman ordusunun yerleşimini gösteren çizimler de bulunur. Teğmen bu defteri 1916 yılında Şubat-Eylül arasında yedi aylık bir dönemde tutmuştur.

Alayının bulunduğu Üsküp’ten başlayan defter, Osmanlı coğrafyasını batıdan doğuya, Üsküp’ten Bingöl’e kat eder. Bu ilk bölümde askeri talimler ve eğitim konferansları, askere verilen iaşe hesaplamaları, nöbetçilik hakkında notlar bulunur. Teğmen, görevli olarak geldiği İstanbul’da ailesini de ziyaret eder.

Kesin tarih verilmemekle birlikte 1916 yılı bahar başında Haydarpaşa’dan Kafkasya Cephesine hareket edilir. Önce trenle sonra yaya olarak Eskişehir, Konya, Niğde, Adana, Maraş, Malatya, Elazığ üzerinden Ruslarla savaşacakları cepheye varılır. Bu güzergâh boyunca Anadolu halkıyla temasa geçilir; bölgenin coğrafi yapısına, halkın geleneklerine, giyim kuşamlarına, ahaliyle yapılan alışverişlere, savaşın getirdiği yokluk veya hastalıklara ilişkin izlenimler anlatılır. 

Mustafa Fuad, Kafkasya Cephesinde yaşananları ayrıntılandırır: Kürt milisleri, Ermeni çeteleri, yaralılar, şehitler, firar eden askerler, esir alınan düşman ve ganimetler, alet edevat eksiklikleri, geçilen yollarda çekilen eziyetler, askerin tayınlarının kesilmesi, arabaların taşıması gereken ağır eşyanın askere yüklenmesi…

Mustafa Kemal, Enver Paşa, Cemal Paşa, İzzet Paşa, Koptagel Osman Bey gibi isimler de defterin sayfalarında karşımıza çıkar.

“Batum, Kars, Sarıkamış’ta namussuz temizlemeye başlayan ordularımızın: Öteki, berikimizin namussuzlukları, alçaklıkları yüzünden Erzurum, Muş ve Trabzon gerilerinde mevziye çekildikleri pek acıdır.” Hatırat bunlar gibi yakın cephelerin yanı sıra savaşın uzak cephelerinden de, Avrupa’dan da savaşın gidişatı hakkında haberler taşımaktadır: Hindenburg iki Rus kolordusunu mahvetmiştir, Lord Kitchener Rusya’ya giderken öldürülmüştür, Verdun’da dört kale Almanlar tarafından kuşatılmıştır. 1918’de biteceğini bildiğimiz savaş hakkında iki sene önce, 1916’da teğmen umutla hayal etmektedir ki sulh yakındır: “Bu mevsim yaz zarfında sulhun mutlaka teessüs edeceğini İstanbul gazeteleri yazmış. Filhakika harpte müzâkerat-ı sulhiyeyi andıran umûmi bir durgunluk var.”

Günlük, tam tarih verilmemekle birlikte 1916 sonbaharında, cephede Mustafa Fuad’ın İstanbul’a dönüş ve gelecek hayali ile sonlanır.

İstanbul Panoraması
İstanbul Panoraması

Fotoğrafın 1839 yılında icadı ve dünyaya yayılması ile, İstanbul dönem fotoğrafçıları için en önemli cazibe merkezlerinden biri olmuştur. İlk zamanlarda Avrupa’dan gelen fotoğrafçıların kurdukları stüdyolarla gelişen İstanbul, kısa zaman içinde Abdullah Kardeşler, Gülmez Kardeşler gibi dünya çapında fotoğrafçıların yetiştiği bir ortama dönüşmüştür. 19. yüzyılda el emeği, göz nuru ile üretilmiş olan İstanbul fotoğraflarından günümüze kadar ulaşmış olanlar hala izleyenleri büyülemektedir.

Kerim Suner, dünya üzerinde tarihi fotoğraf tekniklerini günümüze uyarlayarak yaşatan nadir fotoğrafçılardan biri olarak, 19. yüzyılın fotoğraf teknikleri ve aynı dönemden kalma antika fotoğraf ekipmanları ile İstanbul’un bugünkü görünümünü ve tarihe mal olmuş simgesel yapılarını fotoğraflamaktadır.

1851 yılında Frederick Scott Archer tarafından icat edilen “wet collodion” tekniği uygulanarak, çekim mahallinde kurulan karanlık odada cam plakalar üzerine el yapımı film ile hazırlanan negatifler, daha sonra 19. Yüzyılın en yaygın baskı tekniği olan “albümün baskı” tekniği ile elde hazırlanmış kağıtlar üzerine aktarılıyor. Bu şekilde yapılan fotoğraflar izleyene günümüz İstanbul’una 19. Yüzyıl estetiği üzerinden bakma olanağı sunuyor.

YABAN İSTANBUL
YABAN İSTANBUL

Şehirler dünyadaki diğer yaşam alanlarından daha hızlı büyüyor. Hayvanların gelişmesi için alışılmadık bir yer gibi görünebilirler ama şaşırtıcı fırsatlarla dolu dünyalar da olabilirler... Alanı oluşturursak hayvanlar gelecektir. Bu çevrenin mimarları olarak insanlar hem kendilerine hem de yaban hayatına ev sahipliği yapan şehirler tasarlamayı seçebilirler mi?

Sir David Attenborough**

AHMET RASİM Şehir Mektupları
AHMET RASİM Şehir Mektupları

Çok yönlü bir yazı makinası olan Ahmet Rasim, anlatımının canlılığı, dilinin kıvraklığı, zengin gözlem gücü ve ele aldığı konuları ince bir ironinin süzgecinden geçirerek ele almasıyla Türk edebiyatının en özgün isimlerindendir. İstanbul yaşamını, folklorunu ustalıkla betimleyen Ahmet Rasim’in eserleri yaşanmışlıkla örülü bir gerçekliğin belgeleridir. İstanbul yaşamı ve kültürü üzerine ilk elden derinlikli bilgileri aktardığı eserlerinin yalınlığıyla da öne çıkan bir yazardır.

Ahmet Rasim’in kült eseri Şehir Mektupları Osmanlı aslından transkripsiyonu yapılarak günümüz Türkçesine uygun bir şekilde sadeleştirmesi yapılacaktır. Hazırlayacağımız Şehir Mektupları edisyonu bugüne kadar yapılmamış eksiksiz tek edisyon çalışması olacaktır. Bu yeni edisyonda bugüne kadar yayımlanmış eserlerde yer almayan yeni yazılar da yer alacaktır.

AHMET RASİM İstanbul Mektupları
AHMET RASİM İstanbul Mektupları

Ahmet Rasim Hakkında

1864’te İstanbul'da dünyaya geldi. Babası, kendisi doğmadan önce ailesini terk etti. Annesi onu tek başına yetiştirdi. Bestekâr Mehmet Zekai Dede’den müzik dersleri aldı. Kendi çabasıyla Fransızca öğrendi. Posta ve Telgraf Müdürlüğü’nde memur oldu. Bu kurumda kısa bir süre kâtiplik yaptı. Memuriyet hayatının ilk aylarında Sadberk Hanım ile evlendi. 1902’de eşinin ölümüne kadar süren bu evlilikten dört oğlu, iki kızı oldu. Memuriyet hayatını benimsemeyen ve hayatını yazar olarak kazanmak isteyen Ahmet Rasim’in ilk yazısı, Ahmet Mithat Efendi’nin Tercüman-ı Hakikatgazetesinde yayımlandı. Dönemin ünlü gazetecisi Baba Tahir vasıtasıyla Ceride-i Havadis adlı gazetede bilimsel konularla ilgili yazı ve çeviriler yayımlamaya başladı. Bir süre “Mekteb-i Behrami” adlı okulda ve Komonto Musevi okulunda öğretmenlik yaptı. Ahmet Mithat’tan gördüğü destekle 1885’ten sonra kendisini tamamen gazeteciliğe verdi. Yayın hayatına 1891’de başlayan Servet-i Fünun dergisinde tefrika halinde romanlarını çıkardı. 1908’de Hüseyin Rahmi ile birlikte 37 sayı süren “Boşboğaz ile Güllâbi” adlı bir mizah gazetesi çıkaran Ahmet Rasim, yazı hayatını Malumat, Sabah, Sebat, Güneş, Maarif, Resimli Gazete, Mecmuai Ebüzziya, Türk Yurdu, Yeni Mecmua, Resimli Ay, İkdam, Boşboğaz, Basiret, Tasvir-i Efkâr, Vakit, Akşam, Cumhuriyet gibi gazete ve dergilerdeki yazılarıyla sürdürdü. Bir taraftan da Gülşen, Sebât, Hamiyyet, Şafak, Servet, Tanîn, Envâr-ı Zekâ, Maarif, Resimli Gazete, Hazine-i Fünûn, Mektep, Pul, Fen ve Edep, İrtika, Surâ-yı Ümmet, Donanma, Resimli Kitap, Musavver, Muhit gibi dergilere gerçek adıyla, “Hanımlara Mahsus” “Malûmât”ta ise “Leyla Feride" adını kullanarak yazılar yayımladı. Okullar için yazdığı tarih, dil bilgisi, imlâ ve aritmetik gibi çeşitli konulardaki eserlerini kitap halinde bastırdı. “Menâkıb-ı İslâm” adlı kitabı, II. Abdülhamit tarafından ödüllendirildi. Müzik alanında da eserler veren yazarın, bestesi de kendisine ait olan pek çok şarkı sözü vardır. Tatyos Efendi’nin bestelediği uşşak makamındaki “Bu akşam gün batarken / Sakın geç kalma, erken gel” dizeleri ile başlayan güftesi günümüze kadar gelen eserlerindendir. 1927'de İstanbul milletvekili oldu ve TBMM'nin üçüncü ve dördüncü dönemlerinde milletvekilliği yaptı. Ancak sağlık sorunları yüzünden meclis oturumlarına bile katılmadı. 1932 de Heybeliada'daki evinde hayatını yitirdi, Heybeliada’daki Abbaspaşa Mezarlığı’na gömüldü.

İSTANBULUN SAKLI HİKAYELERİ
İSTANBULUN SAKLI HİKAYELERİ

Konstantinopolis şehrinin 4. yüzyıldaki kuruluşundan 11. yüzyıla kadar olan süre içerisinde devletin, soyluların ve idarecilerin yaşamlarını sür- dürdükleri mekânlar, Sultanahmet civarında bulunan Büyük Bizans Sarayı ve çevresi olmuştur. Görkemiyle anılan Büyük Bizans Sarayı’ndan bakımsız kaldığı ve zamanla tahribata uğradığı için günümüze fazla bir şey kalmamış- tır. Saray bölgesinde meydana gelen büyük yangınlardan biri 1912 tarihlidir. Tarihte “İshakpaşa Yangını” olarak bilinen yangın sırasında alevler Küçük Ayasofya’dan Topkapı Sarayı’nın sur duvarlarına, Sultanahmet Camii’nden Ahırkapı’ya kadar geniş bir alanı kaplamaktaydı. Yangın sonrasında Bizans sa- rayına ait temel kalıntıları ile saray yapılarının bir kısmı ilk kez ortaya çıkmış oldu. Bu bölgede yeterli derecede arkeolojik çalışma yapılmadığından dolayı bazı kısımlar hâlen toprak altındadır.

Tarihçilere ve seyyahların tanıklığına göre dillere destan olan Bizans sarayı- na ve saray yaşamına ait bilgiler, eldeki kalıntılar ile arkeolojik kazılardan elde edilen bilimsel verilere dayanır. Bizans dönemine tanıklık ederek tarihe not düşmüş önemli yazarlardan Prokopios, İmparator VII. Konstantinos Porphy- rogennetos, Anna Komnena, Ioannes Kinnamos, Mikhail Psellos, Khoniates gibi tarih yazarlarının mühim eserlerinden (historia) önemli kaynaklar olarak yararlanılır.

Sinema

Yönetmenliğini Cengiz Özkarabekir’in yaptığı uzun metraj filmler:
"Yücel'in Çiçekleri" Belgesel Filmi - Hasan Ali Yücel & İsmail Hakkı Tonguç
"Yücel'in Çiçekleri" Belgesel Filmi - Hasan Ali Yücel & İsmail Hakkı Tonguç

Cengiz Özkarabekir imzalı döküdrama belgesel film... "Yücel'in Çiçekleri", dönemin efsane Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç'un yaşam hikayeleri üzerinden zorluklara ve tehditlere aldırmadan uyguladıkları ve başarılı oldukları Köy Enstitülerini anlatır. Sn. Ekrem İmamoğlu'nun öncülüğünde çekilen belgesel filmin senaryosunu Cengiz Özkarabekir yazdı. Filmin danışmanlığını Prof. Dr. Kemal Kocabaş yaptı. Mustafa Kemal Atatürk'ü Mahir Günşiray, İsmail Hakkı Tonguç'u da Muhammet Uzuner canlandırdı. Hasan Âli Yücel'i ise üç kişi oynadı. Çocukluğunu Ege Şenoğul, gençliğini Kutay Şahin yetişkin dönemini ise Mehmet Tokat canlandırdı. Belgesel filmin müziklerini ise Cahit Berkay ve Altuğ Öncü yaptı.

Merhaba Güzel Vatanım
Merhaba Güzel Vatanım

Merhaba Güzel Vatanım, Nazım Hikmet ile Ahmet Ümit'in gerçek hayat hikayelerinden uyarlanıyor. Cengiz Özkarabekir'in yönetmen koltuğunda oturduğu filmde, Nazım Hikmet'in Moskova'ya uzanan yolculuğunun, Ahmet Ümit'in 1980'li yıllarda Moskova'ya gidişi üzerindeki etkisini ve Ümit'in fırtınalı yaşamına yansımalarını gözler önüne seriyor. Filmde aynı zamanda Nazım Hikmet ve Ahmet Ümit'in zorlu hayat serüvenlerinin edebi kişiliklerinin oluşması üzerindeki etkisi anlatılıyor. Yetkin Dikinciler'in Nazım Hikmet'e, Serkan Altıntaş'ın ise Ahmet Ümit'e hayat verdiği filmin kadrosunda Berna Laçin, Pelin Batu, Umut Beşkırma, Levent Üzümcü, İskender Bağcılar, Mehmet Tokat, Alper Türedi gibi isimler yer alıyor.